TÜRK MİLLETİNİN GENLERİ DİRENÇ KAZANDI (1)

Dünyanın en görmüş geçirmiş en deneyimli milletlerinin başında Türkler geliyor desem sanıyorum abartmış olmam.

Bir defa Türk Ulusu Tarihi kadimden bu yana var ve egemen olan ama tarih boyunca da başına olmadık şeyler gelen bir ulustur.

Bir dönem bugün Uzakdoğu diye nitelendirdiğimiz coğrafyanın Orta Aysa diye adlandırılan bölgesinde Çinlilerle itişip kakışıp durmuşuz. Sonrasında kuraklığı bahane ederek batıya doğru at sürmüşüz. Kafkasya, İran ve nihayet Anadolu’yu yurt tutmuşuz. Bununla yetinmiş miyiz, nerede? Hızımızı alamayıp önce boğazları geçip batıya sonra doğuya derken tekrar batıya dönüp Viyana kapılarına dayanıp Almanya’nın güneyinde Bavyera topraklarında at koşturmuşuz. Bugün halen namımız Türkheim, Türkenfeld gibi kasabaların adlarında yaşıyor.

Bilinen dünyanın önemli bir bölümüne egemen olan Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren bu millet ne yazık ki bu serüvenin sonunu iyi getirememiş ve Büyük Atatürk’ün dehası olmasaymış günümüzde yaşadığımız toprakları dahi kaybedecek hale düşmüştü.

Tüm bunları bu milletin gerçekten tarihe mal olmuş, güngörmüş başarıyı, hezimeti, hüznü ve sevinci yaşamış deneyimli, direnç sahibi bir millet olduğunu ifade etmek için anlatıyorum.

Gelelim son yüzyılımıza Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyetin yurttaşları da tarihlerinde olduğu gibi “Türk’ün ateşle imtihanı” deyişini uygun olarak zorlu uğraşlardan sınavlardan geçirerek yaşamaya devam etmiştir.

İşte bu milletin bir parçası olarak ben yaşamım boyunca tanık olduklarıma yaşadıklarıma bakıyorum da ne badirelerden ne zorluklardan geçtiğimize şaşıp kalıyorum.

1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşını yaşayan bir babanın evladıyım ama benim ve benim yaşımda olanların yaşadıkları da az şeyler değil. Öğrencilik yıllarımda 27 Mayıs 1960 da radyoda çalınan marşlarla şaşkına dönerek o günkü adıyla “devrim” olarak nitelenen ilk ihtilali yaşadım. Nüfus sayımları dışında sokağa çıkma yasağı ile yine bu vesile ile bir kez daha tanışmış oldum. Sonra radyodan naklen yayınlanan Yassıada Yargılamaları ve sonunda kayıp giden üç yaşama Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarına üzüldüm.

Yol açılmıştı bir kere. Harp Okulu komutanı Talat Aydemir 22 Şubat 1962 de bir darbe de ben yapayım dedi. İsmet İnönü bu kalkışmayı kansız bir şekilde önledi. 22 Şubatçılar yargılanmadan emekliye sevk edilmekle kurtuldular.

Aydemir, yönetime el koyma hevesinden vaz geçmemişti şansını bir kez daha denemek üzere 20 Mayıs 1963 de bir darbe girişiminde daha bulundu. Bu girişimi de ordunun hükümetin başında bulunan İsmet İnönü’ye sadık kalmasıyla bastırıldı. Yakalanan Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan yargılanmalarının sonucunda idama mahkûm oldular ve bu karar infaz edildi.

Darbe silsilesi devam ediyordu. Bu kez tanklar sokağa çıkmadan, devlet yetkilileri sabaha karşı evlerinden alınmadan modern bir darbedeydi sıra. 12 Mart 1971 de Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları Cumhurbaşkanına bir ültimatom vererek hükümetin istifasını istediler. Gerekçe yurt düzeyinde yaşanan terör ve öğrenci olaylarıydı. Süleyman Demirel hükümeti bu ültimatom üzerine çekildi ve yerine Nihat Erim başkanlığında bir partiler üstü hükümet kuruldu. 1945 yılında kurulan Türk demokrasisi böylece ikinci defa kesintiye uğramış oluyordu.

Ancak Türkiye’nin kaderinde yeni darbeler yaşamak vardı. Yetmişli yılların sonunda sağ sol çatışmasının okulları, mahalleleri sağ ve sol diye bölen, buraları kontrolle girilir hale getiren, her gün onlarca gencin yaşamını yitirdiği, insanların akşamları evlerinden dışarı çıkamadığı, sokakta yürürken tedirginlik duyulan bu dönem bir kez daha bir askeri müdahaleyle sonuçlandı. 12 Eylül 1980 de Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları yönetime el koyarak meclisi feshettiler. Parti başkanlarını gözetim altına aldılar. Türk demokrasisi ne yazık ki yine kesintiye uğramıştı.

Allahtan gelen askeri dönemlerin ardından hemen yeniden demokrasiye geçiş hazırlıkları yapılıyordu. Yani askerler kalıcı olmaya hevesli görünmüyorlardı.

Bu ihtilali ben yurt dışı görevde bulunurken yaşamıştım. Türkiye’de kan akmasının durmasından ve ülkenin bir meçhule doğru sürüklenmekten kurtulmasından dolayı mutlu olmuştuk ama demokrasimizi bir türlü kesintisiz yaşatmayı başaramamızdan da üzüntü duymuştuk.

Her on yılda bir darbe geleneği kırılmış görünürken bu defa 15 Temmuz 2016 da Fettullah Gülen örgütüne dayanan ve silahlı kuvvetler içinde kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak niteleyen bir grubun yönetime el koyma girişimi yüzlerce insanın ölümüne sebep olarak en kanlı darbe girişimi olarak tarihin lanetli sayfasında yerini almıştır. Silahlı kuvvetlerin büyük çoğunluğunun bu harekete karşı durması ve halkın sokaklara dökülmesi ile demokrasimiz bir kez daha kesintiye uğramaktan kıl payı kurtulmuştur.

Bunlar bizim kuşakların yaşadığı rejim kaymaları, demokrasi kesintileri, toplumun belleğinde derin izler bırakan, yaralar açan gelişmeler. Dönemin siyaset liderleri ve kurumları maalesef uzlaşmaz, ülke menfaatlerini gözetmez tutumları ile demokrasimizi kesintiye uğratan darbelere ortam hazırlanmış ve kendileri de bunun altında kalmışlardır. Ama esas olan Türk halkına olmuştur.

Türk halkını dirençli kılan yalnız yaşadığı bu siyasi gelişmeler değil tabii ki.. Gerisini de gelecek haftalarda anlatmaya devam edeceğim.