BAKKAL

Bakkal deyince özellikle belli bir yaşın üzerinde olanların bellekleri anılarla doludur.
Sosyal, ekonomik yaşamımızın bir parçası olan bakkallık günümüzde zor günler geçirmektedir. Onların yerini artık çoğu yabancı sermayeli yüzlerce, hatta bazıları binlerce m2’den oluşan yine sayıları yüzleri, binleri bulan Türkiye’nin her yanına dağılmış hipermarketler, süper marketler zincirleri almıştır. Gelişmeler bu doğrultuda sürdüğü takdirde Anadolu’nun en ücra köşelerinde, en sapa yerlerinde dahi bakkal bayraklarının birer birer düşeceğini beklemeliyiz.

Bakkal, bizim Ticaret Kanunumuzun esnaf diye tanımlanan kesimi içerisinde değerlendirilmesi gereken bir meslek grubudur. Ticaret Kanunumuzun 15 nci maddesi ister gezici, ister seyyar, yaptığı ekonomik faaliyeti sermayesinden ziyade bedeni çalışmasına dayanan serbest çalışan meslek sahiplerini esnaf olarak nitelemektedir. Bu gruba girenlerin ayrıca gelirlerinin bakanlar kurulunca tespit edilen bir sınırı da aşmaması gerekmektedir.

İşte bakkallar bu esnaf tanımının gıda ticareti ile uğraşan kolunu oluştururlar.

Anadolu da yerleşik tanımları mahalle bakkalıdır. Bakkallar mahallenin köklü vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bakkal zamanla mahallenin bireylerinden biri gibi algılanır hale gelir.

Bir işi çıktığında yerine mahallelilerden birinin bakması olağandır. Ders veren öğretmenin, kiralık evin, alınacak, satılacak bir şeyi olanın ilanı bakkalın camındadır.

Mahallenin dedikodusunu da ya bakkal çalışanından, ya da bakkalda ayaküstü sohbet eden mahalleliden öğrenmeniz mümkündür.

Edirne peynirinin gelmesini kimlerin beklediğini, horoz fasulyesinin meraklılarını bakkal bilir ve onları haberdar eder.

Yalnızca gıda mı? Gazeteden, süpürgeye, deterjandan, içkiye, sigaraya her türlü gereksinimin karşılandığı yerdir bakkallar.

Zaman zaman “pirince taş karıştırdı”, “tereyağına margarin kattı” diye eleştirilseler de bakmayın siz onlara. Onlar bizim kültürümüzün renkli öğeleridir.

Yazın bakkalın önünde duran içi buz dolu varilden alınan soğuk, buz gibi gazozların testerenin tersiyle vurularak açılmasıyla saçılan köpüklerle sanki en pahalı şampanyayı içercesine zevkle içtiğimiz gazozların hatırına bakkallarımıza toz kondurmayız.

Mahallemizin bakkalı Tayyare Duran Efendinin “kocakarı yağ katmış çökeleğe” diye bağırarak çökelek satması hala kulaklarımda yankılanıyor.

Bakkal aybaşlarında önünden zor geçilse de kara gün dostuydu. Veresiye defterleri çaresiz, yoksul insanların hesaplarıyla şiştikçe şişerdi.

Vefa Lisesi öğretmeni Ahmet Rifat Çanakkale Savaşına gitmiştir. Yokluğunda annesi ihtiyaçlarını Bakkal Selahattin Adil’den veresiye karşılamıştır. Oğlu şehit düşen anne, aldığı şehit maaşı ile biriken borçlarını ödemek ister. Bakkal Selahattin Adil, veresiye defterini açar. Açtığı sayfa çizilmiş ve altına “borç, Ahmet Rifat’ın helâl kanıyla ödenmiştir” ibaresi yazılmıştır. İşte Selahattin Adil’de ifadesini bulan bu dayanışma ruhudur bakkal.

Biliyorum, gelişmeleri tersine çevirmek mümkün olmayacaktır. Ancak, bakkalların bir şekilde yaşatılmasının yol ve yöntemlerinin olduğunu düşünüyor ve Türkiye Bakkallar ve Bayiler Federasyonu ile Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu’nu bu konuda ön almaya, proje üretmeye çağırıyorum.

Yoksa onları bir bir uğurlayacağız.