NASIL BİR TOPLUM OLDUK

Gözlerimi kapıyorum,

Çocukluğuma gençliğime dönüyorum. O günleri yeniden yaşıyorum. Mütevazi yaşamların sahibi, mutlu, geleceğe umutla bakan bir toplumun bireyleriydik.

Çok istisnalar dışında yedeğimiz olmazdı. Pantolon, ceket, ayakkabı. Yırtılan onarılır. Ancak onarılamayacak durumda olanların yerine yenisi alınırdı.

Kendi oyuncağımızı kendimiz yapardık. Telden, şekerpancarından araba, hayvan kemiklerinden tabanca, aşık. Büyüklerin de yardımını alarak ortaya çıkardığımız emeğimiz rengarenk uçurtmalar. Sigara kutularının ve gazoz şişelerinin kapakları, bizim için yeterliydi. Daha fazlasını ne bilirdik, ne de isterdik.

O yaşlarda bildiğimiz ve rüyalarımıza giren tek şey bisikletlerdi. Küçükken üç tekerleklisi, büyüyünce iki tekerleklisi. Hangimizin ailesinin gücü yeterdi bir bisiklet almaya. Ancak, biriktirdiğimiz harçlıklarımızla bir tur, iki tur kiralık binerek hani deyim yerindeyse nefsimizi köreltirdik.

Oyun alanlarımız sokaklar, boş arsalardı. Buralarda hiçbir tehlikeyle karşılaşmadan akşam geç vakitlere kadar oynardık. Ailelerimiz bizim için endişe duymazlardı. Bugün böyle bir şey mümkün mü? Boş arsalar müteahhitlerce betonun esaretine alındı. Sokaklar caddeler  çılgınca giden araçların egemenliğinde.

Akşamlarımızı, gecelerimizi radyo tiyatroları, arkası yarınlar süslerdi. Erken yatar, erken kalkardık.

Eğlencemiz ayda yılda gidilse de sinemalardı. Yeşilçam’ın güçlü rüzgarlarının estiği yıllardı.

Hakimler, savcılar, askerler, polisler dürüst , adil, doğrudan yana hakkın ve haklının yanında yer alan kamu görevlileriydi. Hak yerini bulup suçlular yakalandığında, babacan hakim kararını açıkladığında salon alkışlarla çınlardı. Biz devletin görevlilerinin yanlış yapacağını, yanlış insanlarla birlikte güçsüzleri ezmeye çalışacaklarını düşünemezdik.

Kahramanlarımız hep kazanırdı. Çok çile çekse de, ağır bedeller ödese de onlar hep kazanır, hak daima yerini bulurdu.

Biz onları örnek alırdık.

Günümüzde televizyonlarda onlarca dizi dönüyor. Çoğunluğunda kan gövdeyi götürüyor. Her dizide tabanca, makinalı. Katledilenleri saymak mümkün değil. Tavuk kesmekten daha kolay. Arkalarını  dönüp   gidiyorlar. Ne hesap soran, ne hesap vermekten korkan var. Hatta devletin polisi, savcısı, hakimi bunların pisliklerini, cinayetlerini ört bas ediyorlar.

Bu dönemin kahramanları da bizim kahramanlarımıza hiç benzemiyor. Elleri belleri silahlı, kirli işler yapan bir çetenin başı oluyor çoğu kez. Bunlar saray gibi evlerde oturuyor, en lüks arabalara biniyorlar. En güzel kadınlar etraflarında adeta pervane. Her yerde izzet ikram görüyorlar. Sanki toplumun en itibarlı kişileri gibi.

Duyuyorum, okullarda çocukların bunlar gibi giyinmeye, bunlar gibi konuşmaya, birbirlerine bunların isimleriyle hitap etmeye heves gösterdiklerini.

Bizim zamanımızın başlıca öğüdü “oku da adam ol” du. Şimdi her halde “oğlum kendini bir çeteye at hayatını kurtar” mı deniyor.

İnsanların aynı apartmanın merdivenlerinde, asansörlerinde birbirine selam vermediği, küçüğün büyüğü saymadığı, büyüğün de küçüğü sevmediği bir toplum olduk.

Her şeyden öte maddiyatçı bir anlayışın her geçen gün bizleri egemenliğine aldığını görüyoruz. Herkes imkanlarının üstünde yaşamaya çalışıyor.  Kazandığından fazlasını harcıyor. Bu nedenle bizim zamanlarımızın “ayağını yorganına göre uzat” felsefesi unutulmuş gitmiş.

Sonuç toplumun tüm bireyleri ve ülke olarak ağır borç yükü altındayız.

Ülkemizin esasen çok ender yetişen değerlerini,  örnek bireylerini gençlere örnek olacak şekilde yazılı ve görsel basında sürekli tanıtmak, bunların biyografilerinden oluşan filmler, diziler, belgesellerle hayatta takdir edilmenin yegane yolunun dizi oyuncusu, futbolcu, mafya lideri olmadığını da göstermemiz gerekiyor.

Nasıl bir toplum olduk? Diye başladık yazıya. Bu bir soruydu. Birkaç hatırlatma ile sorulan bu sorunun cevabı için sizlere yardımcı olmaya çalıştım.

Tüm okurlardan beklentim bu soruyu kendilerine zaman zaman sormalarıdır.