Sözlüklerde turist ve yolculara konaklama, yemek ve eğlence imkânı sunan mekân, işletme olarak tanımlanan otel deyimi Fransızca Hôtel kelimesinden dilimize geçmiştir.
Tatil kavramının fazla yaygın olmadığı eski tarihlerde, bir kente, kasabaya zorunlu nedenlerle gelen yabancıların, yolcuların genelde sadece konaklama imkânı buldukları mekânlar olarak öne çıkarlardı oteller.
Günümüzün otelleri ise, taşıdıkları yıldız sayısına göre konuklarına, yeme içme, eğlenme, spor, danışma gibi çok çeşitli hizmet sunan işletmeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Ülkemiz her alanda olduğu gibi otel ve kaliteli yatak sayısını artırmak konusunda da geç kalmıştır.
Özal’ın Anavatan partisinin iktidara gelmesinden sonra 80’li yılların ortalarından itibaren turizm sektöründe başlatılan otelleşme hareketi, bugün ülkemizi Akdeniz Çanağının en yeni, en görkemli ve en prestijli otellerine, oteller zincirlerine sahip hale getirmiştir.
Oysa bu hareket başlamadan önce sık sık ifade edildiği üzere Türkiye’nin turistik belgeli yatak sayısının 50.000 dolaylarında olduğu, Yunanistan’ın tek başına Rodos adasında bu sayıda yatak bulunduğu sürekli tekrarlanan bir gerçekti.
Ben genç yaşlarımda bakanlık müfettişliği yaptım. Tabi biz müfettişler için otel ayrı bir anlam taşıyor. Çünkü müfettiş, görevinin temeli değişik coğrafyalarda hizmet vermek olan bir meslek erbabıdır.
Yaz gelince müfettişler için göçmen kuşlar gibi hareket dönemi gelmiş demektir. Yaz turnesi denilen bu dönem kurumdan kuruma değişmekle beraber, en az 2 aydan başlayıp 7-8 aya kadar uzayabilirdi.
Ben bu iki ucu da temsil eden kurumlarda bulundum. Benim müfettişlik yaptığım tarihlerde Ziraat Bankası’nda bu süre kıdemsizler için 7-8 ayı bulurdu. Oysa daha sonra intikal ettiğim Ticaret Bakanlığı’nda en fazla 2 ayla bu seyahat dönemini atlatmak mümkündü.
Az veya çok yaz gelince yollara düşerdik. Eğer gittiğimiz yerlerde kurumların kalacak lojman, misafirhane gibi tesisleri varsa en keyiflisi bu idi. Yoksa otele mahkûmdunuz. Öyle birkaç gün değil bazen haftalarca, bazen aylarca.
Ha o tarihlerde her şehirde, her kasabada otel nerede. O da ayrı bir hikâye.
Türk edebiyat tarihinin önemli kişiliklerinden biri olan Reşat Nuri Güntekin Üstad da bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği yapmış ve bu seyahat anılarını “Anadolu Notları” diye kalem almış. Gittiği yerde otel diye karşısına çıkan otel olmanın hiçbir koşulunu taşımayan yapılar, temizlikle ilgili yaşadığı sorunlar, kaldığı odayı ısıtmak için çekilerle odun alıp depolaması, kalacak yer bulamadığından kahvelerde sabahı beklemesi. Onun yaşadıkları birçok müfettişin ortak yaşanmışlıklarıdır.
Müfettiş veya müfettiş benzeri takım elbiseli, kravatlı bir kişi elinde çantası kasabanın tek oteline giriyor ve bir oda talep ediyor. Bir de ricası vardır. Yatak takımlarının temiz olması.
Otel Kâtibi
- Abiciğim o da laf mı takımlarımız gıcır gıcırdır hiç endişen olmasın diye garanti veriyor. Adamcağız aldığı bu güvence ile odasına çıkıyor. Yorganı açıyor. Bakıyor yastığın üzerinde bir saç teli. Yastığı alarak kâtibin yanına iniyor.
- Kardeşim sen yatak takımları temiz dedin. Bak yastıkta saç teli buldum. Bu yatakta yatılmış diyor.
Otel Kâtibi
- Abiciğim ne olacak yatan abimiz de senin gibi temiz pak biriydi diye pişkin pişkin yorumluyor bu durumu
Bir Pazar günü bir elimde çantam diğerinde bavulum İzmir otobüs garajında buldum kendimi. O bölgede çok sayıda otel vardı. “Bir gecelik bunlardan birinde konaklayayım ertesi gün soruşturma yapacağım Tariş’de misafirhanede kalırım” diye düşünüyordum.
Başladım otel otel dolaşmaya. Artık fiyatını, kalitesini aramıyordum. Ne olacak bir gece katlanırım diye düşünüyordum. Ancak, nerede..! Onlarca otel kapısı çaldım. Nafile yer yoktu. Nihayet sebebini sormak aklıma geldi. “İzmir Enternasyonal Fuarı”nın yapıldığı tarihlerdi ve bu tarihlerde İzmir büyük bir ziyaretçi akınına uğruyordu.
Ne yapacağımı bilemiyordum. Ben de Reşat Nuri Güntekin gibi sabahı bir sabahçı kahvesinde mi bekleyecektim? Azmim kırılmamıştı. Aramaya devam ettim. Nihayet bir otelde bana bir seçenek sundular. Kapısı merdiven sahanlığına açılan eskiden kalma bir banyo varmış. Bu banyonun küvetinin üzerine bir somya onun da üzerine bir şilte atmışlar. Olmuş sana oda.
- “Elimizde tek böyle bir yer var. İsterseniz bir bakın” dediler.
Yoldan gelmiştim. Artık zaman hayli ilerlemişti. Elimde bavulum, çantam dolaşmaktan ayaklarıma kara sular inmişti. Tercih kullanma lüksüm kalmamıştı. Görmeden,
- “Kabul ediyorum dedim”.
Küvet üzeri yatağa standart oda fiyatı vererek ilk kez küvet keyfi yerine küvet üstü uyku deneyimini de yaşamış oldum.
O tarihlerde gıcırtılı karyolaların sesinin koridorun ta öbür ucundan duyulabildiği, birbirini hiç tanımayan iki üç kişinin aynı odayı paylaştığı, tuvaletin müşterek, çoğunda banyonun bile bulunmadığı bu otellerin çoğunun ortak ismi “Palas” dı. Yani Saray.
Bugünküler için bir şey demeyeceğim. Ancak, anlatılanlardan da çıkaracağınız üzere bu Palasların isimlerini hak etmedikleri bir gerçektir.