Warning: "continue" targeting switch is equivalent to "break". Did you mean to use "continue 2"? in /home/ankmailc/ertugrulonen.com/wp-includes/pomo/plural-forms.php on line 210
MİLLETÇE AĞLIYORUZ – Ertugrul Önen
MİLLETÇE AĞLIYORUZ

Kahramanmaraş ve Hatay başta olmak üzere doğu, güneydoğu ve Akdeniz bölgelerimizde yer alan 10 ilimizde yaşanan deprem felaketi ile tanık olduğumuz dramatik sahneler dayanılır gibi değil, içimiz kan ağlıyor. Biraz kendimize gelip sakinleşip düşününce de deprem bu coğrafyanın kaderi ama her depremde yaşadığımız can kayıpları, uğradığımız ağır ekonomik kayıplar da kaderimiz mi diye düşünmeden sorgulamadan edemiyoruz.

Anadolu coğrafyası tarihi kadimden beri deprem gerçeğini sürekli yaşamıştır. Bu coğrafyanın sallanmadığı gün yoktur. Kimini hissediyoruz, kimini hissetmiyoruz. Ne yazık ki işte zaman zaman böyle bize derin acılar verenlerini de yaşamak durumunda kalıyoruz.

Cumhuriyetimiz bu coğrafyanın yaşadığı en büyük hatta yüz yılın en büyük, en yıkıcı depremlerinden biriyle 27 Aralık 1939 yılında Erzincan da karşı karşıya kalmıştır. Bir gece yarısı saat 01.57’de meydana gelen Richter ölçeğine göre 7.9 büyüklüğündeki deprem 33 bin yurttaşımızın hayatına mal olmuş, 100 bin yurttaşımız yaralanmış, 116.720 bina hasar görmüş, 50 saniye süren bir deprem bir kenti yerle bir etmeye yetmiştir.

Bu tarihten sonra da deprem gerçeği ile sık sık yüz yüze geldik ama esas büyük acıyı bu defa 17 Ağustos 1999 da Marmara Bölgesinde yaşadık. İzmit, Adapazarı ve Gölcük’te etkili olan deprem yine bir gece yarısı saat 03.02 de 7.4 şiddeti ile 17.480 yurttaşımızın hayatına, 23.781’nin yaralanmasına 285 bin binanın hasar görmesine, 600 bin kişinin evsiz barksız kalmasına neden oldu.

Hatırlıyorum. Bu depremin bir milat olduğu ve alınacak önlemlerle depremlerde yaşanan acıların asgariye indirileceği ifade edilmişti.

Neler yapılacağı vaat edilmemişti ki: Depreme hazırlık için neler yapılması, deprem sırasında ve deprem sonrasında nasıl davranılması gerektiğine ilişkin okullardan başlayarak eğitim verilecekti. Deprem bölgelerindeki binalar, öncelikle kamu yapıları güçlendirilecek, güçlendirilmesi mümkün olmayan binalar kentsel dönüşüm modeliyle yıkılıp yeniden yapılacak deprem toplanma alanları belirlenip, bilinir hale getirilecek, depremin yaralarını sarmak ve geleceğe hazırlamak amacıyla deprem fonları oluşturulacaktı.

6 Şubat 2023 günü ilki alışıldığı üzere yine gece yarısı 04.17’de 7.8, ikincisi 13.24’de 7.5 şiddetinde meydana gelen iki ayrı depremle 10 ilimizde yeniden can kayıplarının, acıların yaşanması ve ilerleyen zamanla birlikte olayın vahametinin artması bizi bu vaatleri hatırlamaya yöneltti.

Gerçekten milat saydığımız 1999’dan sonra yapmayı planlayıp vaat ettiklerimizden ne kadarını gerçekleştirmişiz bir bakalım.

Eğitim her benzer işimizde olduğu gibi göstermelik bir şekilde ele alındı. Ben, deprem bölgesinde yaşayanlar da dahil kimsenin depreme hazırlık yapmadığını, ne deprem esnasında, ne de deprem sonrasında nasıl davranacağını bilmedikleri görüşündeyim. Zaten sonuçlarda ortada.

Son depremde gördük ki, valilik, belediye, hastane, okul binaları yerle bir oldu. Hani bunlar güçlendirilecekti. Havaalanları, otoyollar kullanılamaz hale geldi. Demek ki bu güçlendirme işi de masaldan öteye gitmemiş. Ya kentsel dönüşüm; işte bu uygulama da uyanıklar için yaratılmış bir fırsat alanı haline geldi. Gerçek ihtiyacı olan bölgelerde, depreme dayanıksız konutlar için uygulanacağına, kentlerin, özellikle İstanbul’un rantı yüksek güzide semtlerinde binaların kat sayısı artırılarak, altlarına iş yerleri, kapalı garajlar yapılarak yeni bir rant kapısı yaratılıp, amacından saptırıldı. Depremde toplanma alanları bir bir yok edildi. Deprem sigortası, yapı denetim sistemi hiçbiri yaşadıklarımızın ilacı olmadı.

1999 depreminin ardından bu yaraların sarılması amacıyla getirilen ve 2003 de sona erecek olan ek vergi yükümlülükleri Erdoğan hükümetleri döneminde kalıcı hale getirildi. Uzmanlar, halk tarafından alınan ve deprem vergisi olarak nitelenen vergilerin tahsilat miktarının 750 milyara ulaştığını söylüyorlar. Ancak, bu vergilerin de amaç dışı kullanıldığı ve bu fonda da herhangi bir kaynağın bulunmadığını ifade ediyorlar.

Yani sıfıra sıfır elde var sıfır.

İşte bu aymazlık, balık hafızalık bizi bu günlere getirdi. Şimdi ağlayıp, dövünüyoruz ama neye çare olacak, giden canları geri getirebilecek miyiz? Kaybolan yaşam umutlarını, yitip giden milli serveti yerine koyabilecek miyiz?

Bir kez daha uzmanların “deprem öldürmez, bina öldürür” özdeyişine şapka çıkarıp, bir sonrakinde canımız yeniden yanana kadar bekleyecek miyiz?

Son söz; Ne zaman adam oluruz? İlmin ve fennin gereklerini eksiksiz yaptığımız zaman.