Yaşamımın 12 yılı eğitim ve diplomatik görevle Almanya’da yani Türklerin en fazla bulunduğu bir ülkede geçti. O işçi göçü dalgasını başladığı ilk yıllardan itibaren izledim, tanığı oldum. Daha Türkiye’nin herhangi bir büyük kentini, hatta kendi köyünün kasabasının bağlı olduğu şehri tanımadan Batı Avrupa’nın bu gelişmiş ülkesine gelen ilk kuşakların ve sonra onların çocuklarının, torunlarının güçlüklerini, mücadele dolu yıllarını ilgiyle, zaman zaman üzüntü ve son dönemlerde de gururla izledim.
Doğru dürüst bir eğitimi olmayan, tek kelime Almanca bilmeyen bu kuşakların oralarda doğan çocuklarını, torunlarını bugün Almancayı ana dili kabul etmiş, iyi eğitim almış olarak, artık beyaz yakalı hizmetlerde, bürokrasi de, siyasette toplumun birçok alanında görüyoruz.
Bu gücün ilk farkında olan vakıflarımız Dış İşleri Bakanlığımızında da teşvik ve destekleri ile dünyanın dört bir tarafına dağılan ve kendilerini girişimci olarak kanıtlayan insanlarımızı bir araya getirerek bir network ve bu sayede bir sinerji oluşturmak üzere “Dünya Türk İşadamları Kurultayı” adıyla çok anlamlı organizasyonlara imza atmıştır.
Kurultayların hikayesini ve Türkiye Odalar Birliği’nin öngörüsüzlüğü ile bu büyük fırsatın nasıl ıskalandığını 2018 yılında çıkan “Bir Bürokratın Gözünden – Biraz Oradan Biraz Buradan” ismini taşıyan kitabımda “Yurt dışındaki vatandaşlarımız yalnızlığımızın çaresi olabilir mi?” başlıklı yazımda ayrıntılı bir şekilde ele almıştım.
Konu ülkemiz için halen çok önem taşımaya devam ediyor. Bu nedenle üşenmeden, bıkmadan bu konuyu gündeme getirmeyi sürdüreceğim.
Nasıl sürdürmeyeyim ki, karşımızda yer alan Ermeni, Rum lobilerinin başımıza ördükleri çorapları, yarattıkları güçlükleri gördükten sonra. Yurt dışında böylesine bir güce sahip olmamıza, dışarıda yaşadığımız tüm güçlüklere rağmen sergilediğimiz kayıtsızlığı anlamakta güçlük çekiyorum.
Günümüzde 9 milyona yakın yurttaşımızın 170 değişik ülkeye dağılmış şekilde yaşadığını görüyoruz. Yurt dışında yaşayan Türklerin 6.3 milyonu Avrupa Birliği içerisinde bulunmaktadır. 3 milyonla Almanya başı çekerken 800 bin kişi ile Fransa ikinci ve 480 bin kişi ile Hollanda üçüncü sırada yer almaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinden Danimarka’nın nüfusu 5.8, Slovakya’nınki 5.5, İrlanda’nın 5.0, Hırvatistan’ın 4.1 milyondur.
AB üyesi olan diğer küçük ülkelere gelince onların nüfusları da aşağıda görülmektedir.
Litvanya | 2.8 |
Slovenya | 2.1 |
Letonya | 1.9 |
Estonya | 1.3 |
G. Kıbrıs | 0.9 |
Lüksemburg | 0.6 |
Malta | 0.5 |
Görülüyor ki, AB içindeki Türk nüfusu AB üyesi 11 ülkenin nüfusundan daha fazladır. Keza Türk nüfusu üç Baltık ülkesinin (Litvanya, Letonya, Estonya) nüfuslarının toplamından da fazladır. Bu nüfusun önemli bir bölümü artık bulundukları ülkelerin de vatandaşlığına sahiptir. Almanya’da 1 milyonun üzerinde bir Türk nüfusunun Alman vatandaşlığına da sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bu sayılar güzel ve önemli şeyler ifade ediyor. Ama işlenmediği takdirde ham, faydası olmayan bir materyaldir. Ülkenin siyasi hayatında bile etki yapacak bir nüfusa sahip olmamıza rağmen Almanya’nın parlamentosundan Ermeni Soykırım tasarısı geçirilebilmiştir. Çünkü organize değiliz, hatta parçalara bölünmüş vaziyetteyiz.
Bizim vaktiyle iş adamları ile başlattığımız birliktelik harekâtı maalesef çeşitli nedenlerle amacına ulaşamadı. Ama hiçbir şey için vakit geç değildir.
Çok büyük bir bölümü vatanına milletine bağlı, kültürüne, coğrafyasına özlem duyan bu insanlar ülkeleri için faydalı bir şeyler yapmaya her zaman hazırlar, önemli olan onları bir araya getirecek alt yapının oluşturulmasıdır.
Bu “yalnız ve güzel ülke”nin yurt dışında genel olarak yaşadığı yalnızlığın çözümü budur.