Şu günlerde TBMM’de 2023 yılı bütçesi görüşülüyor. Birçok ülkede bütçe görüşmeleri teknik, mali, sosyolojik ağırlıklı tartışmalarla ülkenin gelirlerinin ve giderlerinin belirlenmesine yönelik olarak cereyan ederken bizde maalesef yumruklu kavgalar, küfürleşmelerle bütçeden başka her şeyin tartışıldığı bir curcuna şeklinde cereyan etmektedir.
Bütçe sözcüğü Fransızca bougette kelimesinden türetilmiş olup, devletin, bir kuruluşun, bir aile veya bireyin gelecekteki belirli bir periyot için öngördüğü gelir ve giderleri ifade eder.
Bir devletin devlet olma niteliğinin en önemli unsurlarından biridir bütçe. Bu nedenle milletten toplanan paraların nerelere hangi önceliklere göre harcanacağı egemenliği millet adına kullanan TBMM de incelenerek ayrıntılı bir şekilde görüşülerek karara bağlanır. Bütçelere verilen önemi göstermek için bütçeye ilişkin temel hususlar bir anayasa hükmü olarak anayasamızın 161.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre bütçeler kanun hükmünde metinlerdir. Bütçelerin uygulanmasının denetimi ile kesin hesaba bağlanması yine anayasanın 160.maddesi ile anayasal bir yargı organı olarak düzenlenen Sayıştaya verilmiştir. Sayıştay kesin hesapları ise yine bir sonraki yıl bütçe kanunu teklifi ile birlikte TBMM’de görüşülerek yasalaştırılır.
Görülüyor ki devletin yurttaşlarından vergi, harç, resim v.s. isimleri altında topladığı paraların hangi amaçlar doğrultusunda harcanacağı kadar, bu harcamaların kanunlar ve diğer idari düzenlemeler çerçevesinde usulüne göre harcanıp harcanmadığı, yani tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunan millet parasının öngörülen amaç dışında, hukuka, ahlaka aykırı bir kullanımının olmaması için sıkı bir kontrol mekanizması getirilmiştir. Getirilmiştir de uygulamada durum böyle midir?
Bütçe nedir, önemi ve hukuki yapısı ile denetleme usul ve esasları üzerinde durduktan sonra devletin bütçe yükünü vatandaşları üzerine ne ölçüde adil dağıttığı konusuna da değinmek istiyorum. Bir devletin vatandaşlarına karşı onlarla ilişki içinde olduğu her alanda adil olması gerektiğinden hareketle mali yükümlülükler açısından da adil davranması beklenir. Acaba böyle mi? 2021 yılı gerçeklerine bakalım;
2021 BÜTÇE GERÇEKLEŞMESİ
Gelirin Niteliği | Genel Bütçe Gelirleri İçindeki payı (%) |
1.Gelir ve Kazançtan Alınan Vergiler | 34.1 |
-Gelir Vergisi | 18.9 |
-Tevkifat Suretiyle | 17.3 |
-Beyan Suretiyle | 1.2 |
2. Mülkiyet Üzerinden Alınan Vergiler | 15.3 |
-Hizmet Satışı Üzerinden Alınan Vergiler | 1.8 |
3.Dahilde Alınan Mal ve Hizmet Vergileri | 32.4 |
-KDV | 10.6 |
– ÖTV | 17.6 |
4. Uluslararası Ticaretten Alınan Vergiler | 25.5 |
– İthalde Alınan Vergiler | 22.5 |
Bu tablo acı bir gerçeği olanca çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Gelir vergisinin %91.5’ni, vergileri kazançlarından stopaj suretiyle kesilen bordro mahkumu denilen çalışanların ödediğini görüyoruz.
Gelir ve kurumlar vergisi tahsilatının içinde ise çalışanların ödediği vergilerin oranı %50.7’dir. Yani ülkenin tüm şirketlerinin, gelirlerini beyan suretiyle ödeyen serbest çalışanlarının ödediği vergilerin toplamı, ücretle çalışanların ödediğinden daha azdır. Burada bir adaletten söz edilebilir mi?
Mülkiyet, yani servet üzerinden alınan vergilerin genel vergi tahsilatı içindeki payı ise sadece %1.8’dir. Burada da devletimiz malı mülkü olana fazla ilişmek istememiş gibi görünüyor.
Mal ve hizmet satışlarından alınan vergilerin yani dolaylı vergilerin toplamının genel bütçe tahsilatı içindeki payı %57.9’dur. Bir litre benzin, 1 kg et, sebze aldığında asgari ücretlinin de, holding patronunun da aynı oranda ödeme yaptığı adaletsiz dolaylı vergilerle geniş ücretli ve dar gelirli kesimin ödediği vergilerin toplamı %75.2’dir. Yani devletimiz bütçesini çalışan dar gelirli nüfus üzerine bina etmiş görünüyor.
2019 yılında %15 oranı uygulanan gelir vergisi ilk dilimi 18.000 bin liradan 2022 yılında 32.000 liraya çıkarılmış yani %77.7 oranında yükseltilmiştir. Oysa aynı dönemde dolar %148.3 oranında değer kazanmıştır. 1.1.2019 tarihinde 18.000 lira ile 3.403 dolar alınabilirken 2022’nin artırılmış 32.000 lirası ile o tarihteki kurdan ancak 2.359 dolar alınabilmektedir. Görülüyor ki gelir dilimlerini gerçekçi bir şekilde tespit etmeyerek de çalışan kesimin vergi yükü daha da ağırlaştırılmıştır.
Bu gerçekler ışığında bütçenin gelir kısmında dar gelirli ücreti kesim için bir adaletten söz etmek mümkün değildir.
Peki harcamalarda durum nasıl, bu adaletsizlik hiç değilse bütçenin diğer tarafından telafi ediliyor mu?
Ne gezer, gerçek enflasyon oranlarının çok altında yükseltilen memur ve emekli maaşları ile asgari ücretler bu kesimin vergi öderken de gelir elde ederken de devletten adaletli, dengeli bir karşılık görmediğini bu kesimin her geçen yıl daha da yoksullaştığını göstermektedir.
Ülkemizde 15 milyona yakın ücretli çalışan olduğu ve bunların yarıya yakınının (hükümetin ifade ettiği rakam %42) asgari ücretle çalıştığı, keza ülkemiz emekli, malul, dul ve yetim aylığı alanların sayısının 13.8 milyon olduğu ve bunların %70’inin asgari ücretin altında ücret aldığı gerçeği ile ülkemizin gittikçe ağır bir yoksulluk sorunu altında ezildiğini görmekteyiz.
Kararı siz verin, devletimiz geniş yoksul ve dar gelirli çalışan, emekli kesime adil davranmakta mıdır?