EKONOMİK KRİZLER (2)

Geçen hafta dünyada yaşanan önemli ekonomik krizlerden, bunların nedenlerinden ve sonuçlarından söz etmiştik ve yazımızı “elle gelen düğün bayram” deyimini hatırlatıp, ancak bizim krizlerimizin tamamının dış kaynaklı olmadığını ifade ederek noktalamıştık.

Evet, ne yazık ki böyle. Biz krizlerimizi çoğu kez kendimiz yaratıyoruz. Ben bunu hastalıklı, bağışıklık direnci düşmüş bir bünyenin en küçük bir etki ile, hatta dış etki olmaksızın hastalanmasına benzetiyorum.

Türk ekonomisi Atatürk ekonomisinin uygulandığı 1923-1938 dönemini bir kenara bırakırsak şu iki hususa ya hiç dikkat etmemiş, ya da yanlış seçeneklerin tercih edilmesi, sürecin kötü yönetilmesi ile sürekli benzer sıkıntıları yaşamıştır.

Bu hususlardan ilki kamu bütçe dengesine özen gösterilmemesi, ya da önem verilmemesidir.

Ben yarım asıra yakın çalışma hayatım boyunca hiçbir Türk Hükümeti’nin bir denk bütçe yaptığına tanık olamadım. Deyim yerindeyse, hantal devlet yapımız iki yakasını bir araya getiremeyip, sürekli borç arar durumda olmuştur.

Dolayısıyla ya milli tasarrufların yatırımlara gidecek kısmına talip olarak yatırıma gidecek bir kaynağın tüketime gitmesine yol açılmakta, ya dış borca yönelerek dış ödemeler dengemizde hasar yaratılmaktadır.

Hükümetler, ihtiyaçlarını karşılamak için zaman zaman da emisyona giderek, yani Merkez Bankası’nı sanki kendi kasası gibi kullanarak piyasadaki para hacmini artırmakta ve dolayısıyla enflasyonu azdırarak piyasanın dengelerini bozmaktadır.

İkinci önemli kriz nedenimiz ise ekonomimizin ürettiğinden fazlasını tüketmesidir. Türk ekonomisi kendi kendine yetememektedir. İhracatımız ithalatımızı karşılamadığı için sürekli dış ticaret ve bunun sonucunda da dış ödemeler açığı vermekteyiz. Bu açığı kapatmak için de maalesef dış dünyadan borç almak durumunda kalmaktayız.

Türkiye’nin geçmiş krizlerinin hemen tamamında bu durumun krizin ya başlıca. ya da en önemli nedenlerinden biri olduğunu görürüz. Hele sabit kur rejimi uyguladığımız dövizin serbestçe alım satımının yasak olduğu dönemler, bu tür krizlerin sıkça yaşandığı zamanlardır.

Diyeceksiniz ki, şimdi paramız konvertıbl, yabancı paraya niçin ihtiyacımız olsun. Paramız serbestçe alınıp satılabiliyor bu doğru. Ancak, uluslararası piyasalarda itibar ve kabul gören paralardan (Hard Currency) olmadığı için dış ödemelerimizde ve dış gelirlerimizde Türk Lirası’nı kullanamıyoruz. Ekonomi yazarı Ege Cansen’in sık sık tekrarladığı gibi biz “çift paralı” bir ekonomiyiz.

Cumhuriyet tarihimizde yaşadığımız krizlere bir bakalım.

1929, 1946, 1954, 1958, 1969, 1974, 1978, 1980, 1986, 1988, 1989, 1991, 1994, 1998, 1999, 2001, 2008, 2018. 95 yıllık cumhuriyet tarihimizin nerede ise beşte biri krizlerle geçmiştir. Çok partili demokratik hayata geçtiğimiz 1950 yılından itibaren krize yakalanma aralığımızın daha da sıklaştığını görüyoruz. 1923-1950 arasındaki tek partili dönemde 27 yılda iki kriz yaşanmışken 1950-2018 yılları arasında geçen 68 yıllık dönemde 16 kriz yaşanmıştır. 1923-1950 döneminde 13,5 yıla bir kriz düşerken, 1950-2018 arasında her 4,2 yıla bir kriz isabet etmektedir.

Dış kaynaklı krizlere ilk yazımız da değinmiştik. Görülüyor ki dış etkenlerden ziyade, ekonomimiz kendi kendine kriz üreten bir dinamiğe sahiptir.

Peki niçin böyle oluyor?

Peki niçin böyle oluyor?

1- Siyasi istikrasızlık
2- Çevresel dış siyaset gelişmeleri
3- Yanlış ekonomik tercihler sonucunda

  • Bütçe denkliğine özen gösterilmemesi
  • Milli paranın suni olarak değerli hale getirilmesi
  • Üretken olmayan gösteriş yatırımlarıyla kaynakların israf edilmesi
  • Ekonominin üretken yapısının ve rekabet edebilirlik niteliğinin bozulması
  • Merkez Bankası’nın bağımsızlığının ya bulunmaması ya da dikkate alınmaması
  • Dış dünyanın, toplumun ve ekonomi aktörlerinin siyasi, hukuki ve ekonomik durum itibariyle geleceğe güvenlerinin kalmaması

gibi nedenlerle ülkemizin kriz yaratan dinamikleri sürekli gündemde ve canlı kalmaktadır.

Çare:

4- Saydığımız tüm bu olumsuz faktörlerin ortadan kaldırılmasıdır.

Eğer bir gün:

5- İnovatif, üretken bir ekonomiye,
6- Sürekli bütçe denkliğinin sağlandığı bir mali yapıya,
7- Dış ticaret ve dış ödemeler dengemizin açık vermediği dış ekonomik ilişkiler bütününe,
8- Geleceğe güvenle bakan, uzun vadeli yatırımlara hiç düşünmeden girişen bir toplum varlığına kavuşursak, size garanti ediyorum, dünya krizlerinde bile ayakta kalırız.

Sağlıklı ekonomik günler özlemiyle.