NASIL DÜZE ÇIKARIZ?

Şimdi bu soruyu hangi amaçla soruyorum diye düşüneceksiniz. Tabii ki ekonomimizle ilgili olarak. Aylardır ekonomiyle yatıp kalkmıyor muyuz?

Çünkü, ülke ekonomisinde yaşanan her olumsuz gelişme bireysel hayatlarımızı, aile ekonomilerini de derinden etkiliyor. Tabii benim burada söyleyeceklerim bugünden yarına alınıp kriz şartlarını düzeltecek önlemler değil. Söyleyeceklerim daha uzun bir perspektifi içeren hususlardır.

Dolar yükselince tavuk eti, yumurta fiyatları niye artıyor? “Dolardan domatese ne” diyemiyoruz artık. Çünkü ekonomist olalım olmayalım, artık hepimiz biliyoruz ki, tavuk dolarla alınan yemi yediği için, domates yine dolarla alınan mazotu kullanan nakil vasıtaları tarafından taşındığı için bu fiyat artışlarını sineye çekmeye mecbur kalıyoruz.

Geçmişte, Türkiye, Güney Kore ekonomilerinin tarihsel süreç içinde kıyaslamalarını yapmıştım. 50’li-60’lı yıllarda Türkiye, ekonomik parametreler açısından Güney Kore’nin fersah fersah önündeyken bugün Güney Kore aynı parametreler açısından Türkiye’nin katbekat ilerisindedir. Sizi yeniden rakamlara boğmak istemiyorum. (İsteyenler geçmiş yazılar arşivinde yer alan “Nerede Hata Yaptık” başlıklı 23.2-4.3.2015 tarihli yazılardan sayısal sayısal ayrıntılara ulaşabilirler). Biz onlardan daha uzun yıllar korumacılık yapmamıza rağmen ülke olarak ekonomik açıdan aynı başarıyı yakalayamadığımız gibi, bu uzun süreli korumacılıktan yararlanan özel sektör kuruluşlarımız da maalesef dünya ölçeğinde başarı yakalayamamış, Güney Kore’nin hepimizin bildiği Samsung, Hyundi, KIA, LG gibi bir dünya markası yaratamamışlardır.

Peki niçin böyle oldu dersiniz?

Birincisi, biz istikrasız siyasi yönetimler altında bocalarken, onlar istikrarlı bir yönetime sahip olmuşlardır. İkincisi, teşvikde selektif davranmış ve şirketlerini uluslararası arenaya hazırlamışlardır. Nihayet en önemlisi ve başta geleni ise eğitim birinci öncelikleri olmuş. Bütçe içerisinde eğitimin payını %2,5’lardan %17’lere kadar çıkararak bunu hep böyle devam ettirmişlerdir.

Hatalarımızın bunlardan ibaret mi? Ne yazık ki değil. Tarımsal üretimi unuttuk, köylerimiz şehirlere göç eden genç nüfus sonucu ya boşaldı veya sadece yaşlıların yaşadığı, üretim yapmayan yerleşim birimleri olarak kaldılar. Tarımsal arazi sahiplerine prim vererek ekmeden, biçmeden garip bir şekilde tarımı desteklediğimi sandık.

Tarımı destekleyen çiftçinin, besicinin dayanağı olan Türkiye Şeker Fabrikaları, Et ve Balık Kurumu, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu, Tarım Satış Kooperatifleri gibi kuruluşları ya özelleştirerek ortadan kaldırdık ya da güçsüzleştirdik. Ziraat Bankası gibi adıyla ve herşeyiyle tarımın destekçisi olan bir bankayı sıradan bir ticari banka haline getirip, İstanbul’a taşıyarak çiftçiden daha da uzaklaştırdık. Tarımsal destekleme alımlarını büyük ölçüde sonlandırdık.

Net tarım ihracatçısı iken, şimdi net tarım ithalatçısı konumuna geldik.

Sanayileşme, sanki tarımın alternatifi gibi bir yanlış anlayışla gerçekten tarımımıza yazık ettik.

Tarımsal üretimde bu hataları yaparken sanayi üretiminde doğruları mı yaptık?

Bu sorunun cevabı da maalesef hayır olacak. 20 yılı aşkın bir süredir uyguladığımız yanlış makroekonomik politikalar bizi sıcak paranın esiri haline getirdi. Uygulanan düşük kur politikası milli sanayimizi hem içeride, hem dışarıda vurarak rekabet gücünü yerle bir etmiştir. Yerli sanayimiz içeride dış rakipleriyle rekabette dezavantaj yaşarken, dışarıda da fiyat tutturmakta zorlanmıştır. Bu politika, sanayimizin özellikle hammadde ve ara mallar açısından tamamen dışa bağımlı hale gelmesine, bu malları üreten yerli sanayinin çökmesine ve ihracattaki katma değerimizin düşmesine yol açmıştır. Bu politikaların bir diğer zararı ise, adeta ithalatı teşvik ederek ithalatı coşturması ve sonuçta dış ticaret açığını ve cari açığı patlatması, büyük bir dış borç stoku oluşması olmuştur.

Bu politikalar özel sektörün maliyeti daha ucuz olması nedeniyle dövizle borçlanmasına, kâr getirmeyen üretim faaliyetleri yerine döviz kazanma kabiliyeti olmayan gayrimenkul yatırımlarına yönelmesi sonucunu da doğurmuştur.

Olan Türkiye’ye ve tek tek Türk halkına olmuştur.

Bu politikalar bize hızlı ve yüksek oranlı döviz fiyat artışları, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı olarak geri dönmüştür.

Şimdi gelelim nasıl düze çıkarız sorusunun cevabına. Esasen hepimizin bildiklerini bir kez daha tekrarlayalım.

–          Birinci önceliğimiz gençlerimizin çağdaş eğitim koşullarında çok iyi yetiştirilmesi ve bunlardan öne çıkan en iyi beyinlerin mutlaka ülkede tutulmasının koşullarının yaratılması olmalıdır.

–          İhracat odaklı bir üretim ekonomisini hızla harekete geçirmeliyiz.

–          Herkesi, her şeyi değil, uluslararası şansı bulunan ve bunu başarabilecek kapasitede olan sanayi dallarını ve şirketleri desteklemeliyiz.

–          Daha inovatif, katma değeri yüksek, teknolojik bir üretim ve ihracat yapısı için üniversite, sanayi işbirliğini hızla devreye almalıyız.

–          ARGE çalışmalarına gelişmiş ülkeler düzeyinde pay ayırmalı ve gereğini titizlikle izlemeliyiz.

–          Milli tasarrufların arttırılması yanında dış tasarrufları da çekebilecek bir güven ve istikrar ortamı yaratmalıyız.

Bu söylediklerimize birçok şey daha ekleyebiliriz. Ancak, kısaca “üretmek ve üretmek, başka çaremiz ve seçeneğimiz yok!” diyerek de bu söylediklerimizi özetlemek mümkündür.

Çok üreten bir ülke olmamız dileğiyle…

O. Ertuğrul Önen