İNOVASYON FINDIK 2

 

Fındık, % 90’ı ihraç edilen bir ürün olarak maliyet koşulları içeride oluşan, ancak dışarıda piyasa bulan bir maldı. Dünya ticaretinin nerede ise %70-80’lik bölümünü kontrol edecek bir büyüklükte, dünyada tek başına belirleyici olacağımız ender mallardan biri iken, destekleme fiyatı ile iç piyasayı belirlerken, dış piyasanın belirlenmesinde hiçbir etkimiz olmamaktaydı.

Şunu gördüm. Fındığın maliyetini artıracak faktörler ilave edersek, batılı alıcılarımızdan bunu rahatlıkla tahsil edebilirdik. Çünkü o tarihlerdeki en büyük alıcımız Federal Almanya’da kişi başı yılda 1 kg dan az fındık tüketilmekte idi. Bu da, pasta, kek, çikolata dondurma gibi sanayi ürünlerinin içinde ve o ürünlerin maliyetinin önemsiz bir bölümünü oluşturacak şekilde gerçekleşiyordu. Yani yıllarca bir safsata ile fındığın fiyatı 5 DM’ı geçerse satılamaz; fındık fiyatı badem fiyatının altında olmalıdır tezlerinin hiçbirinin aslının olmadığını kısa zamanda gösterdik. Zira tüketicinin alıştığı 1 kg fındıklı çikolatanın fiyatının 0.95 DM mi, yoksa 1.05 DM mi olduğunun önem taşımadığını, yaşamın bir gerçeği olarak biliyorduk.

Bir Bakanlar Kurulu karar taslağı hazırlayarak rahmet ve minnetle andığım Genel Müdürüm Aclan Akerman’ın karşısına çıktığımda önerime inanamadı. İhraç ürünlerine vergi iadesi yoluyla teşvik verilirken fındık ihracatından fon kesilmesini kabullenemedi. Günlerce tekrar tekrar anlattım. Sonra razı oldu, taslağı sevk eden yazıya parafını koydu. Ama bir şartı vardı. “Bakan dahil yukarıya sen anlatırsın” dedi. Ara kademeler ne olduğunu tam kavrayamadan yazıyı paraf ettirdim. Ancak, kararname taslağını Bakanlar Kurulu’na sevk edecek, yazıya imzayı koyacak Bakanım Sayın Agâh Oktay Güner’i bir türlü ikna edemiyordum. Diğer işler için gittiğimde, sürekli yanımda taşıdığım kararname taslağını hatırlatıyordum. Ancak her defasında tabir yerinde ise püskürtülüyordum. “Biz ihracatı teşvik için prim verirken ihracattan vergi mi alacağız, bizi Samanpazarı’nda ayağımızdan astıracak mısın” diyordu. Ne var ki, sürekli yinelediğim tezlerimle yavaş yavaş ikna olduğunu görüyordum. Nihayet ortamın müsait olduğu bir gün, konuyu tekrar açtım. “Bıktım, getir imzalayayım” dedi. Dünyalar benim oldu. İlginçtir, Kararname Bakanlar Kurulu’ndan çok kısa sürede ve sorunsuz geçti.

Şimdi düşünüyorum, merhum Genel Müdürüme ve Bakanıma hak veriyorum. İki milyar doları bulmayan toplam ihracatın bir numaralı kalemi olan fındık ile ilgili yaşanacak bir sorunun veya ihracatın bu nedenle tıkanmasının kıt döviz gelirleri çok değerli olan Türkiye’de yaratacağı sıkıntının riski tabii ki az değildi. Öneri mantıklı idi ama uygulamanın başarı ile sonuçlanacağı mutlak değildi. Her şeye rağmen 34 yaşındaki bir genç adama güvenerek desteklerini vermelerinden minnet duyuyorum.

Kararname çıktı. O sıralarda 2 Dolar dolaylarında işlem gören iç fındığa kg başına 1 Dolar fon koyduk. Yani fındığın maliyet fiyatı bir anda % 50 arttı. Diğer bir ifade ile beher kg için fındık ihracat gelirlerimizin % 50 artması imkânı doğdu. Ayrıca beher kilodan 1 dolar tahsil edilerek bir fon oluşturuldu. Fon uygulamasından önce 107 bin ton olan iç fındık ihracatımız, 1977’de 136,500 tona 1978’de ise 157,000 tona ulaştı. Bu iki yılda yaklaşık 300 milyon dolar fon tahsilâtı sağlandı.

Ancak, her radikal tasarrufta olduğu gibi bu uygulamada da fonun ilanı ile kıyamet koptu. Alivre mal satanlar, yabancı alıcılar bir şok yaşadılar. Önce üreticileri üzerimize sürdüler. Sanki bu para üreticilerden kesilmiyormuş gibi. Oysa biz bu parayı yabancı alıcıların cebinden alıyorduk. Ancak siyasetçiler de, biz de bürokrasi olarak sağlam durduk. Bir müddet sonra tepkiler duruldu.

Ne var ki, her menfaat olan yerde olduğu gibi bu uygulamada da hileli yollara sapan 150 ton malı 100 ton diye gösterip fon kaçakçılığı yapmaya kalkışanlar oldu. Ama bunlar münferit olaylardı. Nitekim vergi kaçıranlar, vergi iadesi yolsuzluğu yapanlar, gümrük kaçakçılığı olayları da var. Bunların hiçbiri ne vergi alınmasından, ne gümrük uygulamasından vazgeçilmesine neden sayılamadığı gibi, biz de bu uygulamadan vazgeçmedik. Bazen binlerce ton kaçaktan bahsedenlere üretim, ihracat ve stok rakamlarını göstererek ben Nasrettin Hoca’nın kedi ve ciğer hikâyesini anlatıyordum. Sonra Fındık Sanayi’nin teşviki amacıyla fındıkta muhtelif işleme aşamalarını Türkiye’de gerçekleştirenler için fon indirimleri sağlayarak Türkiye’de fındık işleme sanayisinin kurulmasına bu fon sayesinde imkân hazırladık.

Başarılı olan uygulama ilerleyen yıllarda çekirdeksiz üzüm, mısır, pamuk gibi diğer tarım ürünlerinde de uygulandı. Fonda birikmeye başlayan ve o yılların Türkiyesi için çok büyük sayılabilecek miktarlar, kısa zamanda Maliye Bakanlığı’nın ilgisini çekti. T.C. Ziraat Bankası’ndaki fonun Merkez Bankası’na aktarılmasını talep ederek ilk hamlelerini yaptılar. Hazine’nin iki yakasını zor bir araya getirdiği yıllardı. Hiç yoktan ortaya çıkan bu kaynağın dayanılmaz cazibesi ile baskıyı arttırdılar. Sonunda o tarihteki Bakanımız (rahmetle anıyorum) Teoman Köprülüler’in talimatıyla, ilerleyen yıllarda çok genç yaşta kaybettiğimiz Genel Sekreterimiz ve çok değerli dostum Güzay Güldere ile birlikte (ben o tarihte İhracat Genel Müdürü idim) Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Sekreteri Sayın Kaya Erdem ve Hazine Genel Müdürü Sayın Tevfik Altınok’la bir araya geldik ve sıkı pazarlıklardan sonra fonun yüzde 50’sinin gübre sübvansiyonunda kullanılmak üzere Maliye Bakanlığı tasarrufuna bırakılmasına razı olduk ve dördümüzün imzası ile bu mutabakatı bir protokol haline getirdik.

Fonu kurarken amacım öncelikle fındığın değer fiyatına satılmasını sağlamaktı. Diğer bir ifadeyle dış piyasa fiyatının belirlenmesinde güçlü bir söz söylemekti. Nitekim bu amacımıza ulaştık. Ancak yine bunun kadar önemli diğer bir amacım ise özellikle fon kapsamına alınan fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir, pamuk vs. gibi tarım ürünlerinin tüm destekleme uygulamalarının Devlet’in kaynaklarına ve T.C. Ziraat Bankası kredilerine ihtiyaç duyulmaksızın fondan desteklenmesini sağlamak; bu ürünlerin üretim, depolama, ambalaj, nakliye aşamalarındaki eksikliklerini gidermek ve destek olmak, bu doğrultuda Fiskobirlik, Tariş, Çukobirlik v.s. gibi Tarım Satış Kooperatifleri’ni ve bunlara bağlı kooperatifleri desteklemekti.

Nitekim ilerleyen yıllarda bu kuruluşların başta depolama olmak üzere ihtiyaçları fondan karşılanmıştır.

Kısacası, Devletin, kaynak bulamamasından çoğu kez ise çok geç kaynak tahsis etmesinden dolayı üreticinin yaşadığı zorluklardan onları kurtarmak, kendi içinde dönen bir mekanizma ile kendi kendine yeten ve tamamen ekonomi ve piyasa koşullarına göre çalışan bir sistem kurmak başlıca amacımdı.

Ancak yukarıda da ifade ettiğim gibi Hazine’nin güçlükleri maalesef bu iyi düşüncelere yol vermedi. 1984 yılının Şubat ayında kabul edilen 2976 sayılı Dış Ticaret’in düzenlenmesi hakkındaki kanunla kurulan Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu ile ihracat ve ithalat kalemlerinin tümü için geçerli olacak yeni bir mekanizma kurularak olay genelleştirilmiş ve farklı bir noktaya taşınmıştır.

Tarım ürünleri ihracatından kesilen fon tutarları milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Geçen yıllarda toplanan bu kaynaklar Türk tarımının desteklenmesi için kullanılabilseydi, herhalde bugün tarımın desteklenmesinde yaşamakta olduğumuz sorunları yaşamıyor olurduk.

Toplanan kaynak ilk kuruluş amacının dışına çıkarıldı. Ama bununla da yetinilmedi. İlerleyen yıllarda tarım ürünleri ihracatından alınan fonlar, ekonomi ve piyasa koşullarına göre değil, sembolik olarak belirlendiğinden fon uygulaması da gerçekçi bir uygulama olmaktan uzaklaştı.

Her üretim sezonu başında, çoğu bir bölgenin tüm üreticileri için hayati önem taşıyan bu ürünlerin zaman zaman sahipsiz bırakıldığını, birliklerin finansman sorunu yaşadıklarını, üreticilerin çaresizlik içinde kaldıklarını görmekten üzüntü duydum.

Görüleceği üzere bir kamu görevlisinin riskleri alarak yarattığı ve Türkiye’nin tarımı desteklemesi gibi çok önemli bir sorunu çözecek bir inovasyon uygulaması sosyal, politik ve iç ve dış çıkar çevrelerinin etkileri ile yok edilmiştir. Aynı tarihimizdeki diğer benzer uygulamalar gibi.

Tarih tekerrürden ibarettir.