HAYIR MUTLUYDUK

Geçen hafta geçmişte toplumumuzun nasıl yalın, gösterişsiz bir yaşamının olduğuna, bugünün olmazsa olmazları gibi sayılan akıllı televizyon, akıllı telefon, internet, Twitter, Instagram, Facebook gibi bir dizi teknolojik imkanlara sahip bulunmadığımıza, özel okullara, özel hastanelere sahip olmadığımıza ve bunlara benzer birtakım başka sıralamalar da yaparak ‘’Mutsuz muyduk’’ sorusunu sormuş ve cevabını bu haftaya bırakmıştım.

Doğru bu sıraladığım ve yaşamlarımızda çok önemli yerler edinmiş unsurlar o yıllarda hayatımızda yoktu, ama biz bu günlere göre çok daha mutluyduk. Nasıl mı, işte cevabı…

Televizyonumuz hele bugünkü gibi akıllısı yoktu, peki biz ne yapar, nasıl vakit geçirirdik? Öncelikle okurduk. Elimizden kitap düşmezdi. Boş kaldığımız anları Halide Edipler, Halit Ziyalar, Kemal Tahirler, Aziz Nesinler, Mark Twainler, Charles Dickensler, Victor Hugolar, Dostoyevskiler doldururdu.

Bugünün dizilerinin, saçma sapan televizyon programlarının insanın içini karartan, zekamızla alay eden ürünleri yerine kendimizi bu ustaların yarattığı büyülü dünyalarda eğlendirirdik.

Sinemaya, tiyatroya giderdik. Çok daha güzeli dostlarımızla, arkadaşlarımızla vakit geçirir, sosyalleşirdik. Televizyon ekranları önünde kendimizi tutsak etmezdik.

Telefonumuz, mesajımız, WhatsAppımız yoktu ama mektup yazardık. O mektuplar yılların izini taşıyarak saklanırdı. Birçok mektup tarihi değer, bir kısmı ise edebi eser niteliği taşır hale gelmemiş midir?

Sevdiğimizden, özlediğimizden gelen üzerinde onun el yazısıyla isminiz yazılı pullu ve damgalı bir zarfın içinde size ulaşan bir mektubun sıcaklığını hangi WhatsApp mesajında bulabilirsiniz?

Bugünkü gibi lüks, gösterişli, süper marketlerimiz yoktu. Kasaptan, bakkaldan, manavdan alışveriş yapardık. Onlar dar gelirli komşularının kredi kartıydı… Aldıklarını deftere yazar ay başından ay başına hesap görürlerdi.

Kasaplarımız market ve şarküteri reyonlarının şıklığında değildi. Ama o yıllarda pişirilen etin kokusu da lezzeti de farklıydı. Çünkü hayvanlarımız doğal besleniyorlardı.

Sebzelerimizin meyvelerimizin tadı da bir başkaydı. Henüz hormonlar, suni gübreler devreye girmemişti.

Kısacası yediğimiz içtiğimizden tat alırdık, sağlık bulurduk.

Hastanelerimiz bugünün otel görünümlü hastaneleri gibi gösterişli değildi ama içinde çalışanlar ehil kişilerdi ve hasta henüz müşteri gibi görülmezdi.

Cumhuriyetin okullarının yetiştirdiği cumhuriyetimizin çocukları aldıkları eğitimle dünyanın her yerinde saygı görür ve hiçbir yarışta geri kalmazlardı.

O yılların çocukları gençleri bugünkü gibi ailelerine yük olmadan devletin ilk, orta, lise, üniversitelerinde kuruş vermeksizin okur hayata atılırlardı.

Bugünkü gibi her şehirde bir üniversitemiz yoktu. Ama üniversitelerimiz gerçek anlamda üniversiteydi. Binalarının görkeminden çok hocalarının ilmi düzeyi ile büyüktüler.

Üniversite hocaları öğrencilerine yalnız bir bilim öğretmekle kalmaz hayatı öğreten rol model olurlardı.

Üniversiteleri bitirenler bugünkü gibi işsizler ordusuna değil devletin ve milletin hizmetinde görev alarak çalışma hayatına katılırlardı.

Memuru, işçisi, emeklisi aldığı ücretle lüks olmasa da yaşamını sürdürebilirdi.

Çünkü çalışanlarının büyük çoğunluğu sendikalar içinde örgütlüydüler. Günümüzde olduğu gibi hakları patronlarının insafına bırakılmamıştı. O yıllarda emekli olanlar gerçekten emekli olurlardı. Emekli olduktan sonra geçimlerini sağlamak üzere ilerlemiş yaşlarında yeniden çalışmak zorunda kalmazlardı.

En güzeli de emekliler o yıllarda emekli ikramiyeleri ile başlarını sokabilecek bir konuta sahip olarak, emeklilik yıllarını kiracılık belasından kurtulmanın rahatlığı içinde geçirirlerdi.

Ne dersiniz sorduğum sorunun cevabını verdim mi?