Zaman zaman saatte 500 kilometreyi aşan hızıyla rayların üzerinde kayar gibi hedefine doğru yol alan trenim doğadan akıp giden olağanüstü manzaralar sunarken elimde kahvem kendimi kulaklıktan yankılanan müziğin büyüleyici sesine bırakıyorum.
Neredeyse bir kahve içimi sürede başkentten dünyanın en güzel kenti İstanbul’a ulaşıyorum. Yürüyen merdivenlerle istasyonun metro katına iniyorum. Kısa süre sonra toplantının yapılacağı kongre merkezindeyim.
Saatime bakıyorum. Bir vakitler bir semtten diğerine gitmek için gereken sürede Ankara’daki evimden İstanbul’daki toplantı mekanına ulaşmanın hazzını yaşıyorum.
Bir dönemin siyasilerinin sıkça kullandığı deyişle ‘’Nereden nereye’’.
Ben bu yeni Türkiye’yi seviyorum. Keşke yaşamımın tümü bu yeni Türkiye’de geçmiş olsaydı diye sık sık hayıflanıyorum.
Bir zamanlar düşlerimizde yaşattığımız bir ülkede gerçekten yaşıyor olmanın tarifsiz mutluluğunu yüreğimde hissediyor, ülkemle gurur duyuyorum. Başım dik içim sevinçle doluyor.
Nasıl dolmasın ki, bizi yarım asırdan fazla kapısında bekleten Avrupa Birliği’nden her ay bir heyetin kendilerini zorla kabul ettiren ziyaretlerinden bıkkınlık geldi.
Bizi ısrarla ivedilikle üye olmaya davet ediyorlar. Geçen hafta Ankara’ya gelen Avrupa Birliği Komisyonu başkanına başbakanımız ne güzel ağzının payını vermiş. Bakın ne demişti? ‘’ Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılması Türkiye’ye hiçbir şey katmaz. Size çok şey katacağı için bu kadar ısrarcısınız. Bence siz Almanya’nın çaptan düşmesinden sonra hantallaşan bu topluluğun yükünü çekecek yeni bir lokomotif arıyorsunuz. Geçmişte Türkiye’ye kapısını kapatanlara bu kez de biz kapımızı kapatıyoruz.’’ Bu sözler günlerce yüreğimde bayrak gibi dalgalanmıştı. Yurttaşlarımızı vize kuyruklarında süründüren, vize vermek için ahiret soruları sorup, tapularımızı, banka hesaplarımızı talep edenlerin vatandaşları şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin konsoloslukları önünde benzer bir kaderi yaşıyorlar.
Atalarımız ne demiş ‘’Ne ekersen onu biçersin’’
Fransa’nın Kuzey Afrika kökenli yurttaşları için hak ihlali sayılabilecek hukuki düzenlemeleri yasalaştırması üzerine bu ülkeye konulan silah ambargosunun ve ticari kısıtlamaların kaldırılması için Ankara’ya gelen Fransız heyetinin eli boş dönmesi ise beni nasıl keyiflendirdi bilemezsiniz.
Hangi birini anlatayım:
- Bu yıl iki bilim adamımızın tıp ve fizik dallarında Nobel ödülünü almalarını mı,
- Dünyanın en değerli markaları sıralamasında ilk 100 içerisinde yirmi dört Türk markasının yer almasını mı,
- En başarılı üniversiteler sıralamasında ülkemizin üniversitelerinin on ikisinin ilk yüz içinde kendine yer bulmasını mı,
- Türkiye’nin bu yıl dünyanın 5. Büyük ekonomisi haline gelmesini mi,
- Futbol milli takımımızın Avrupa Şampiyonluğunu kazanmasını mı,
- Ülkemizin sermaye koyması ile kurulan Türkiye – Afrika Kalkınma Bankasının Afrika’nın kaderini değiştirecek yatırımlara imza atması ile Türkiye’nin bu kıtanın kaderini değiştiren ülke olarak anılmasını mı,
- Türk lirasının artık birçok ülke tarafından rezerv para olarak kullanılmaya başlanmasını mı?
Bunları düşünürken dalıp gitmişim. Denizin üzerinde bir anda beliren ve hızla kaybolan dünyanın en çok tercih edilen Türk yapımı 7. Nesil iki süpersonik savaş uçağının çıkardığı şimşek sesini andıran gürültü ile kendime geldim.
Kongre merkezindeki ekranlarda Maliye Bakanının istifasına ilişkin haberler dönüyordu. Ankara’dan Antalya’ya görevle giderken devletin bu görev için kendisine tahsis ettiği uçağa eşini de alarak buradaki bir tatil köyüne bırakan bakanın bu eylemi basının ağır eleştirileriyle karşılaşınca artan kamuoyu baskısı karşısında daha fazla direnemeyen bakanın milletten özür dileyerek istifasını sunduğu açıklanıyordu.
Bu gelişme ile ilgili olarak haberde görüşü sorulan TBMM Başkanı ‘’Bakanın istifasını doğru bulduğunu, bu milletin kör kuruşunu hiç kimsenin haksız yere kendi çıkarı için kullanamayacağını ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de bu tür durumlara asla izin vermeyeceğini’’ söylüyordu.
Arkamdan biri ismimi sesleniyordu. Evet doğru duymuştum. İsmimle çağırılıyordum. Sonra biri omzumdan tutarak beni sarsmaya başladı. İşte o zaman gözlerimi açtım. Eşim beni uyandırmaya çalışıyordu.
Benim yeni Türkiyem meğerse rüyaymış.