BÖYLE DOSTUN VARSA DÜŞMANA NE GEREK

Dilimize yerleşmiş ne güzel bir deyiştir. Gerçeği ne özlü ifade eder. Yaşamlarımızda çoğu kez dost görünümlülerden gördüğümüz kötülükleri çoğu düşman saydığımız kişilerden görmeyiz. Kaldı ki düşman saydıklarımızı ona göre konumlandırır önlemlerimizi alırız. Dost bildiklerimizse bizi gafil avlar, umulmadık, tamiri imkânsız zararlar verebilirler.

Devletler arası ilişkiler de bir ölçüde kişisel ilişkileri andırır. Orada da dostunuz, düşmanınız ya da ne dostunuz ne düşmanınız sayılmayacak ülkeler vardır.

Dostun adı uluslararası ilişkilerde müttefiktir.

Kısa süre önce 12 genç evladımızı haince saldırılar sonucunda kaybetmemizin acısı beni uluslararası ilişkilerimiz açısından bu dostluk daha doğrusu müttefiklik kavramını ele almaya yöneltti.

Yazılı metinlere ve resmi söylemlere bakıldığında ABD (Amerika Birleşik Devletleri) bizim müttefikimizdir. Öyle böyle değil, bir kere liderliğini ABD’nin yaptığı NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ismini taşıyan savunma örgütünün 1952 yılından bu yana üyesiyiz ve ABD’den sonra ittifakın ikinci büyük silahlı gücü olarak bu ittifaka destek veriyoruz.

Bu kadar mı? Türkiye müttefiki ABD’ye çok bonkör davranmıştır. Geçmişte ABD’nin en önemli rakibi konumunda olan SSCB ve önderliğindeki Varşova Paktına karşı kullanılmak üzere ABD’nin ülkemizde 16 askeri üs, 15 farklı noktada radar dinleme tesisi ve 5 farklı nokta da füze ve nükleer silah deposu kurmasına izin verilmiştir. Bu tesisler günümüzde ise Rusya’ya karşı ve ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasını desteklemek için kullanılmaktadır.

Biz ABD’yi desteklemek, bir yerde NATO’ya girerek müttefiki olabilmek için 1950-1953 arasında cereyan eden Kore Savaş’ına girip burada 896 canımızı feda ettik.

Bakın biz dostumuzu memnun etmek için bunları yaparken dostumuz, müttefikimiz, hatta bazı dönemlerin resmi söylemlerine göre stratejik ortağımız saydığımız ABD bize dostluğunu nasıl göstermiş?

1963 yılında Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı silahlı saldırıya geçmeleri üzerine tutumunu sertleştiren ve askeri operasyon planlayan Türkiye, yapacağı bu askeri müdahale sonucunda Sovyetler Birliği’nin saldırısına uğrarsa NATO’nun desteklenmeyeceğini, yapılacak Kıbrıs operasyonundan Amerikan silahlarının kullanamayacağını ifade eden sert, tehdit barındıran ve tarihe “Johnson Mektubu” diye geçen 5 Haziran 1964 tarihli mektubu alarak ABD dostluğunun ilk meyvelerini toplamıştır.
ABD 1 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye’nin haşhaş ekimini durdurmamasını bahane ederek bu sadık müttefikine silah ambargosu koymakta hiç tereddüt etmemiştir. Bu ambargonun ardından gerçekleştirilen 20 Temmuz 1974 tarihli Kıbrıs çıkarması üzerine ambargo Kıbrıs harekâtı ile de bağlantılı hale getirilmiş ve 1978 yılına kadar sürdürülmüştür.

“Kötü komşu insanı alet edevat sahibi yapar” deyişine uygun olarak bu dost kazıkları Türkiye’nin kendi savunma sanayini kurmasının fitilini ateşledi. Günümüzün Aselsan, Roketsan gibi başarılı sivil savunma şirketleri bu sayede hayat buldu.

ABD’nin 2003 yılında Irak’ı Türkiye üzerinden göndereceği birliklerle işgal etme planın 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de kabul edilmemesi ile uygulamaya konulamaması üzerine iki ülke ilişkileri yeniden gerildi. 4 Temmuz 20023 de Irak’ın Süleymaniye kentinde Türk karargahına baskın düzenlenerek biri binbaşı 11 Türk silahlı kuvvetler mensubunun başlarına çuval geçirilerek götürülüp sorguya çekilmeleri şeklinde cereyan eden ve tarihe “Çuval Olayı” diye geçen bu düşmanca girişim iki ülke ilişkilerinde derin bir yara açtı ve ABD’nin dostluğunun ne anlama geldiğini bir kez daha gösterdi.

Uluslararası ilişkilerde ABD ile sürekli ters düşmemiz de dostluğumuzun ne denli sağlam olduğunun önemli bir göstergesidir.

Karabağ sorununda biz doğal olarak Azerbaycan’ın yanında yer alırken onlar Ermenistan’ın yanında saf tutmuşlardır. Filistin sorununda biz Filistin yönetimine destek verirken, onlar kayıtsız şartsız İsrail’in arkasında yer almaktadır. Rusya-Ukrayna krizinde biz ortada oynarken onlar bütün güç ve imkanları ile Ukrayna’nın yanında Rusya’nın karşısındadırlar.
Kıbrıs ihtilafı ve Yunanistan’la anlaşmazlıklarımızla ABD çoğu kez karşımızda yer almıştır.
Gelelim Suriye meselesine; ABD dünyanın tüm demokrasiye susamış ülkelerini demokrasiyle tanıştırma projesini bu defa Suriye’de uygulamaya karar verince bizim için zor günler başladı. Tüm demokrasi götürmek istediği ülkeler gibi Suriye’nin de altını üstüne getirerek perişan eden ABD’nin bir süre sonra gerçek niyeti anlaşıldı. Irak’takine benzer bir garnizon Kürt devleti kurarak Irak’tan başlayıp Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan bir Kürt koridoru oluşturulmasına çalışıldığının görülmesi üzerine iki müttefik bu kez Suriye’de karşı karşıya geldi. Türkiye bu harekatın Akdeniz’e ulaşmasını önleyen bir hamle yaparak bir kez daha ABD’nin karşısında konumlandı.
Irak’ta PKK’ya verdiği destek yetmiyormuş gibi PKK’nın Suriye uzantısını sanki bir başka örgütmüş gibi takdim ederek bu örgütü tüm imkanları ile destekleyerek bize olan dostluğunu bir kez daha kanıtladı.
Bir silahlı insansız hava aracımızı düşürmekle müttefikliğimize bir kez daha zarar vermekte sakınca görmedi.
ABD’nin dost kazı saymakla bitmez. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin elebaşısı ve yardakçılarını Pensilvanya’da barındıran ABD sunulan tüm kanıtlara rağmen müttefiki sayılan bir ülkenin anayasal düzenine saldıran, 253 yurttaşımızın şehadetine sebep olan bu elebaşının iadesi talebimizi yerine getirmeyerek onu bağrında müdafaa ve muhafaza etmeye devam etmektedir.
Ne hikmetse Hollanda gibi görünür hiçbir düşmanı olmayan ülkelere Patriot hava savunma sistemlerini veren ABD, Türkiye gibi her yönden tehlikeye açık bir ülkeye bu sistemleri vermeye yanaşmayınca Rusya’dan alınan S400 hava savunma sistemleri ABD’nin dostluğunu bir kez daha göstermesine vesile olmuştur.  Ülkemizin bedelini ödeyerek ortak olduğu F-35 savaş uçakları yapımı projesinden atılması tam bir dostluk adımı olmuştur. Türkiye’nin bedelini ödediği uçaklara el konulması ise bir sonraki hamledir.
ABD’nin Kuzey Kore, İran, Rusya gibi hısım ülkelere yönelik yaptırımları içeren CAATJA kanununu Türkiye gibi bir müttefik ülkeye de uygulama kararı da gündemde tutulmaktadır.
Geçmişte Ermeni soykırımı iddialarına destek vermeyen, hatta başkanları soykırım kelimesini kullanmaktan kaçınan ABD, 2019 yılında senatonun oy birliği ile aldığı kararla Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler safına katılarak Türkiye’ye karşı dostluğunu bir kez daha göstermiştir.

Tamamını yazmaya kalksak bu yazının kapsamı yetmez. İnanıyorum ki bu kadarı bile nasıl bir dosta sahip olduğumuzu anlamak için yeterlidir sanıyorum.

Şimdi yazının başlığını bir kez daha tekrarlayarak sormak istiyorum. Böyle dostumuz varken düşmana gerek var mı?