O’NU MİNNET, ÖZLEM VE SAYGIYLA ANIYORUZ

Bir 10 Kasım haftasına daha giriyoruz. Aramızdan fiziken ayrılışının 84.yılında onu milletçe yine en içten minnet ve derin özlem duygularımızla bir kez daha törenlerle evlerimizde, sokaklarda, kule vinçlerin üzerinde, karada, denizde ayakta saygıyla anacağız. Benim doğum günüm dediği 19 Mayıs’ı başlangıç alsak 19 Mayıs 1881’den 10 Kasım 1938’e kadar 57 yıl süren kısa bir yaşam. Çocukluk ve öğrenimle geçen dönemi bir tarafta bırakın. Harp okulundan mezun olduğu 1905 yılından son nefesini verdiği 1938 yılına kadar tam 33 yıl kesintisiz millet hizmetinde geçen bir hayat. Zorluklar, sınanmışlıklarla olağan üstü koşullarda bir cepheden diğerine savrularak tam bir vatana adanmışlık destanı. Trablusgarp’ta, Balkanlar’da, Doğu Anadolu’da, Suriye’de ve nihayet bir milletin ölüm kalım mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı’nda geçen 17 yıllık askerlik yaşamının zorlu mücadele yılları.

Çünkü o hayata atıldığında 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu artık çöküş yıllarındadır. Dolayısıyla genç bir subay olarak kendisini bir karmaşa, kaos ve varoluş yok oluş mücadelesinin içinde bulmuş ve üstün bir vatan millet sevgisi ve olağanüstü yetenekleriyle daha genç yaşlarından itibaren bu mücadelelerin tam odağında yer almış, sorumluluklar üstlenmiş, göz kamaştıran başarılara imza atarak destanlar yaratmış ve milletinin kalbinde yer edinmiştir.

Kendisinden çok daha kıdemli, makam ve mevkii sahibi şöhretli sivil asker birçok kişi varken Suriye Cephesi’nden dönüşünden itibaren emperyalistlerin bin yıllık Türk yurdunu parçalama ve paylaşma projesine karşı bilinçli bir karşı hareketin planlanmasını başlatan O olmuştur.

38 yaşında genç bir General Samsun’a işte bu karşı duruş kararlılığıyla ayak basmış milli direnişin öncüsü, enerjisi, aklı olmuş ve 4 yıldan daha kısa bir sürede umutsuz, dirençsiz, bitkin bir halktan direnen, işgale isyan eden bir millet, yoktan bir ordu yaratarak yaşadığımız bu güzel yurdu yeniden özgürce yaşayacağımız bir yurt olarak bize armağan etmiştir.

Millî mücadeleden sonra geçen 15 yıl gibi çok kısa bir sürede ise;

  • Dünyanın saygın devletleri arasında gururla yerini alan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
  • Doğru dürüst yolu izi bulunmayan bu ülkeyi çağın modern ulaşım vasıtaları ile donatmıştır.
  • 1929 dünya ekonomik buhranı gibi zor bir döneme denk gelmesine rağmen kurduğu adeta bir okul görevi gören sanayi tesisleri ile bu yoksul ülkeyi modern üretim teknikleriyle tanıştırmıştır.
  • Eğitimi tek elde toplayarak çağdaş eğitimin ve çağdaş üniversitelerin temelini atarak Türk Milleti’ni eğitimli bir toplum haline getirmenin temelini atmıştır.
  • Harf devrimi, dil devrimi gibi cesur adımlarla Türk Milleti’nin kendi öz dilini kullanmasının, okuma yazma bilenlerin sayısının artırılarak cehaletin asgariye indirilmesinin temelini oluşturmuştur.

Özetle, tüm kurum ve kuruluşları ile çağdaş bir devlet, çağın gereklerine göre yaşayan, eğitilen, çalışan mutlu ve umutlu bir millet yaratmıştır.

O artık aramızda değil ama yüreğimizde, fikirlerinde ve eserlerinde yaşıyor. Zaten “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” dememiş miydi?

O yıllardaki bir Türk heyetinin Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’yu ziyaretlerinde Castro’nun “Yıllarca onu örnek almaya çalıştım maalesef çeyreği kadar olamadım. Meğerse ne zor şeymiş Atatürk olabilmek. Sakın unutmayın, O ölümünden sonra bile ülkesini yönetebilen tek liderdir” diyen Castro’nun sözü bilinen bir gerçeğin çok güzel ve özlü bir ifadesi değil midir?

O halen fikirleri ile yolumuzu aydınlatmaya ve Türkiye’sini yönetmeye devam ediyor.

Asırlar sonrasını görebilen, hiç yanılmayan bir kurucuya, bir lidere sahip olmakla ne kadar şanslıyız.

Büyük Atatürk aziz naaşın Ankara’nın kalbi Rasat Tepe’de fikirlerin ve sevgin tüm milletinin yüreklerinde. Seni minnet, özlem ve saygıyla anmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Işıklar içinde uyu!