KOMŞULUK ve ORTAK SORUMLULUK BİLİNCİ ÜZERİNE

Komşulukla ilgili dilimize yerleşmiş o kadar çok deyiş vardır ki, hangi birini sayayım. Bunlardan en beğendiğim “ev alma, komşu al” dır. Bu sözün ne kadar değerli olduğuna yaşayarak o kadar çok tanık oldum ki, sorumsuz, bencil komşularım yüzünden ev değiştirdiğim olduğu gibi, sevdiğim, değer verdiğim insanlarla komşu olabilmek için ev aldığımda oldu.
Komşuluk kültürü kadim Anadolu kültürünün en değerli parçalarından biridir. Anadolu’nun kasabalarında, küçük kentlerinde bırakınız apartman komşuluğunu, mahalle komşuluğu bile çok önemli bir yere sahipti. Mahalleler adeta bir büyük aile gibiydi. İyi günlerde birlikte sevinilir, kötü günlerde acı paylaşılır, dayanışma gösterilirdi. Mahallenin büyükleri herkesin büyüğü olarak saygı görür, küçükler ise herkesin korumasına sevgisine sahip olurlardı.
Çağın değişen yaşam koşulları ne yazık ki başta büyük kentlerden başlamak üzere artık bu kültürün zayıflamasına, ortadan kalkmasına neden oldu.
Bunun yerini toplumsal fayda ve ortak sorumluluk bilinci almış görünüyor. Artık bir bölgenin, bir yörenin insanları eskinin komşuluk kültürüyle olmasa da ortak amaçlar, ortak çıkarlar için yine gönüllü olarak bir araya gelip dayanışma gösterebiliyorlar.
Nitekim, sık sık görsel ve yazılı basından da izlediğimiz gibi yeşiline, doğasına, suyuna kısacası çevresine sahip çıkmak üzere insanların çoğu kez bir sivil toplum örgütü çatısı altında olmak üzere bir araya gelerek dayanışma gösterdiklerini görüyoruz. Çağın bilinçli ve sorumlu insanının en önemli yönü de bu nitelikleriyle ortaya çıkıyor. Gelişmiş toplumlarda bu tür yurttaş tipi yaygınlaşırken, gelişmemiş toplumlarda maalesef çevresine, birlikte yaşadığı topluluğun ihtiyaçlarına yabancı, ilgi alanını evinin duvarları ile sınırlandırmış, ötesinde “isterse kıyamet kopsun bana ne”, bencil anlayışı egemen oluyor.
Toplumsal ortak çıkarların, ortak amaçların bireysel çıkar ve amaçların gerisine atılmasının çoklukla bencil dürtülerle öncelik verdiğimiz öz çıkarlarımıza, beklemediğimiz zararlar verdikleri de az görülen durumlardan değildir. Örneğin evinizin bulunduğu sokaktaki ağaçlara gelen hastalığa ilgisiz kalırsanız, sonrasında aynı hastalığın evinizdeki ağaçlara da sıçraması gibi.
Üst bölümlerde değindiğim görüş ve tespitlerin pratiğini bulunduğum yerleşkede son yıllarda canlı olarak yaşamak, uygulamak ve sonuçlarını görmek imkanını buldum.
Tanık olduklarım bir yanıyla kıvanç ve mutluluk verici, diğer yönüyle ise büyük hayal kırıklığıydı.
Aynı bölgenin paydaşı olduğumuz önemli sayıda dostumuz güvenlik ve huzur temini ile çevre ihtiyaçlarını görerek yaşadıkları yerleşkeye sahip çıkmak, değer katmak amacıyla dayanışma içinde birlikte hareket ederken, bazı komşularımızın bölgeye güvenlik, huzur ve çevresel hizmetler getirerek değer katan bu girişime, her biri kendine özgü gerekçelere sığınarak katkı yapmaya yanaşmadıklarını içim acıyarak ve toplumumuz adına kaygılanarak gördüm. Onlar da sorumluluk sınırlarını evlerinin sınırları olarak görenlerdendi. Oysa, sokaklarımızın ve çevremizin onları da ilgilendiren ve bir gün mutlaka bireysel olarak onları da etkileyecek potansiyel bir dizi risk ve olumsuzluk barındırdığı da maalesef yadsınamaz bir gerçektir.
Birileri bizim için nasıl olsa fedakarlıkta bulunuyor. Olası risk ve olumsuzlukları bertaraf ediyor diye düşünülebilir.
Ne var ki bir gün bu yükü taşıyanlar da yorulabilir, pes edebilir. Ne yazık ki o vakit artık hepimiz için çok geç olmuş demektir. Yani geçmiş olsun.