Geçen hafta yarım bıraktığımız trafik güzellemelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Trafik ortamı hertürlü saçmalığın sergilendiği komplekslerin tatmin edildiği bir ortamdır.
Zigzag çizen, elini kornasından çekmeyen, küllüğünü yola boşaltan, içtiği kola kutusunu üstünüze doğru atan, hiç aynasına bakmadan sol şeritte ilerleyen ve çoğunu anlatmakta zorluk çektiğimiz hatta yüzümüzü kızartan hareketler yapanlar var ki, onara biz “trafik magandaları” diyoruz. Sol şeridi tutarak son sürat korku saçan hafriyat kamyonlarını, betonyerleri de bu sınıfa rahatlıkla dahil edebiliriz.
Bu gurubun en aşağılık saydığım kesimi ise can kurtarmak, acil durumlara müdahale etmek için ayrılmış emniyet şeritlerini normal şerit gibi kullanma alışkanlığında olanlardır.
Değinmek istediğim son konulardan biri. Yaya geçidi gerçeğidir. Dünyanın her yerinde bir dokunulmazlık alanı olan yaya geçitleri Türkiye’de yayaların cesaretinin sınırlarının test edildiği yerlerdir.
Geçen yıl Bodrum-Milas Havaalanı’nda ellerimizde bavullarımızla yaya geçidinde ilerlerken bir lüks jeep son sürat üzerimize gelmeye başladı. İki seçeneğimiz vardı. Ya koşarak önünden kaçacaktık. Ya da hayatımızı riske atıp, onun ne yapacağına bakacaktık. Biz ikinci yolu seçtik. Bugün aynı deliliği yapar mıyım bilmiyorum. Araç sürücüsü son saniyelerde sert bir frenle zar zor durdu.
Ben “Burasının ne anlama geldiğini bilmiyor musun?” diye sordum.
Çok genç bir kızdı sürücü. Belli ki babası ona lüks bir araç almıştı ama sosyal terbiye vermemişti. “Ne bağırıyorsun durdum ya işte” dedi.
Amacının bizi koşturmak ve frene basmak zahmetine katlanmamak olduğunu o da biliyordu. Biz de. Bu cahil, şımarık kızla tartışmanın anlamı yoktu. Biz onun babasını eğitememiştik.
Çok yakınlarda, komşularımız Romanya ve Bulgaristan’ı ziyaret ettim. Yayalar daha yaya yoluna yaklaşırken en ağır vasıtalar dahi durup beklemeye başlıyorlardı. İşte trafik terbiyesi, trafik saygısı, uygarlık budur.
Bir son söz trafik denetim mekanizmamıza ve trafik polislerimize.
Ne yazık ki sürat kontrolünden başka hiçbir şeyle ilgilenilmiyor. Herhalde bir bütçe geliri olarak görülen hız kontrol cezaları yazmak dışında başka bir şeye zaman harcanmıyor. Eskiden hatırladığım, sık sık araçların da kontrolü yapılırdı. Teknik eksikliği olan araçlar trafikten men edilirdi. Şimdi hiç mi hiç rastlamıyorum bu tarz kontrollere.
Trafik polislerimiz trafikteki tüm araç sürücülerine örnek olmak durumunda iken tam tersi bir görüntü veriyorlar.
Direksiyonda elinde sigarayla araç kullanan, hatta sigaralı elini araçtan dışarı sarkıtan polisleri üzüntüyle izliyorum. Sivil araç sahipleri sinyal vermiyor diye eleştirdik. Ama aynı şeyi trafik araçlarında da görüyorum.
Zaman zaman kırmızı ışıkta geçtiklerine tanık oluyorum. Diyeceksiniz ki, “Polisin buna hakkı var!”. Hayır!. Polisin bu hakkı yalnız acil görev durumda vardır ve bu takdirde de sirenini çalıştırması zorunludur..
Trafik polislerini eleştiriyoruz da bir de trafik polislerinin ilişemediklerine de iki söz söyleyelim. Eğer milletvekili, hâkim, savcı, emniyet mensubu, mülki idare amiri gibi sınıflardansanız trafik polisinin, trafik cezalarının size ulaşması, değmesi ne mümkün. Böyle bir ayrıcalığı ve ben kurallara uymak zorunda değilim özgürlüğünü verenlere kızıyorum da bunu alıp içine sindirenlere ve bu imtiyazı kullananlara ise teessüf ediyorum.
Bu kesimler ki, onlar da topluma örnek olmak konumdadırlar.
Yoksa, ışıldaklarını yakarak veya camlarına imtiyazlı durumlarını gösteren işaretler koyarak, gözümüzün içine bakarak yanımızdan son sürat geçerek hiç de saygı kazanmıyorlar.
Hani neremiz doğru mu diyelim, yoksa balık baştan kokar diye mi bitirelim?