ET İŞİ OT İŞİ

Son aylarda basınımızın gündemini meşgul eden konuların başında hayvancılık sektörü için kuru ot ve yem ile canlı hayvan ve et ithalatı geliyor.

Değerli basınımız bu son derece hayati konuyu ne yazık ki ayrıntılı bir inceleme ile ele alıp nedenlerini, çözüm yollarını araştırıp kamuoyunun önüne koyup, bilgilendirmek yerine işin sansasyonel yönüyle ilgileniyor. Şu sıralar bu konudaki en önemli haber Singapur’dan canlı sığır ithal edecek olmamız. Envanterinde 200 sığır kayıtlı ülkeden nasıl sığır ithal edermişiz. Bilmiyorlar ki, Singapur, dünyanın en önemli reeksport ve transit ticaret merkezidir. Yani adamlar Ali’nin külahı Veli’ye, Veli’nin külahı Ali’ye şeklinde dünya ticareti yaparak milyarlarca dolarlık gelir sağlarlar.

Bizim bulamadığımızı bulmuşlardır bir yerlerden ve üzerine karlarını koyarak bize satıyorlardır. Mesele budur. Ancak, kanaatimce esas önemli mesele 780.000 km2lik yüzölçümünde ekili tarımdan ziyade hayvancılığa uygun geniş meralara sahip ülkemizin her geçen yıl hem yem bitkileri, hem de hayvansal gıda ürünleri açısından nasıl daha fazla yetersiz hale geldiğidir.

Bu yaz kısa süreli bir Midilli seyahatine katıldım. Rehberimiz bize tur yaptırırken güzel İstanbul Türkçesi ile bize çeşitli yönleriyle Midilli’yi tanıtıyordu. Kendisi, hem Türk hem Yunan vatandaşı olan bir Rumdu. Çok bilgili ve esprili bir kişiydi. Sözü gıda ürünlerine, beslenmeye getirdiğinde kendisinin hem İstanbul’da hem Midilli’de yaşadığını, İstanbul’da 50 TL’ye aldığı koyun etini, burada 3-4 €’ya alabildiğini ve buradaki etin daha kaliteli olduğunu söyledi. Hemen üç beş deniz mili uzağımızdaki bir komşu ülkede et fiyatları bizim fiyatlarımızın % 50 si bile değildi. Bu açıklamayı üzüntüyle karşıladık.

Bir gerçek var ki, Türkiye vatandaşlarını başta et olmak üzere yeterli proteinli gıdalarla besleyememektedir. Bu eskiden de böyleydi, bugünde böyle. Ancak, durumun her geçen yıl daha kötüye gittiği de bir gerçek.

Nüfus artarken, canlı hayvan varlığımızın da artan bu nüfusa paralel olarak artırılması gerekirken Türkiye bunu başaramamıştır. Keza hayvancılığın olmazsa olmazı mera alanlarımızı bırakın geliştirmeyi, artırmayı; hızla mera alanlarını kaybetmişiz.

En önemli hayvancılık bölgelerimiz olan Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde hüküm süren terör koşulları nedeniyle bu bölgelerde hayvancılık olumsuz olarak etkilenmiştir.

Bir diğer önemli husus ise, hayvancılığın en önemli destek kuruluşları olan Et ve Balık Kurumu ile Süt Endüstrisi Kurumu’nun çok yanlış bir kararla özelleştirilmelerinin hayvancılığımıza vurduğu darbe olmuştur.

Ben Almanya’da Ekonomi ve Ticaret Başmüşaviri olarak görev yaptığım dönemlerde, başta Almanya olmak üzere, üye ülkelerin çoğunda meşhur olan ve sık tekrarlanan bir deyiş vardı. “Tereyağ dağlarının ve süt denizinin üzerinde oturuyoruz” diye.

Gerçekten o tarihlerde adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan bu birlik, bir gelişmiş sanayi ülkeleri topluluğu olmasına rağmen tarıma olan desteği hiçbir zaman ihmal etmemiş, oluşan bu büyük stoklara rağmen çiftçisine desteğini sürdürmüştür.

“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!”. İşte bu Kızılderili atasözünü onun doğasını işgal eden, tahrip eden beyazlar anlayarak bugün sanayinin hiçbir zaman tarımın alternatifi olmadığının kesin bilinciyle hareket ederken biz maalesef bu gerçeği tam kavrayamamış görünüyoruz.

İşte hayvancılığımızın gelişme alanı olan meralarımızla hayvancılığımızın rakamlarla yıllar içindeki gelişimi:

YILLAR İTİBARİYLE HAYVAN MEVCUDUMUZ

Büyükbaş Hayvan Mevcudu
Yıl Sığır Kültür Sığır Kültür Melezi Yerli Manda Toplam
1991 1.253.865 4.033.375 6.685.683 316.150 12.289.073
1996 1.795.000 4.909.000 5.182.000 235.000 12.121.000
2000 1.806.000 4.738.000 4.217.000 146.000 10.907.000
2001 1.854.000 4.620.000 4.074.000 138.000 10.686.000
2006 2.771.818 4.694.197 3.405.349 100.516 10.971.880
2010 4.197.890 4.707.188 2.464.722 84.726 11.454.526
2011 4.836.547 5.120.621 2.429.169 97.632 12.483.969
2015 6.385.343 5.733.803 1.874.925 133.766 14.127.837
2016 6.588.527 5.758.336 1.733.292 142.173 14.222.328

 

Küçükbaş Hayvan Mevcudu
Yıl Koyun – Yerli Koyun – Merinos Keçi – Kıl Keçi Toplam
1991 39.590.493 841.847 9.579.256 1.184.942 51.196.538
1996 32.234.000 838.000 8.242.000 709.000 42.023.000
2000 27.719.000 773.000 6.828.000 373.000 35.693.000
2001 26.213.000 759.000 6.676.000 346.000 33.994.000
2006 24.801.481 815.431 6.433.744 209.550 32.260.206
2010 22.003.299 1.086.392 6.140.627 152.606 29.382.924
2011 23.811.036 1.220.529 7.126.862 151.091 32.309.518
2015 29.302.358 2.205.576 10.210.338 205.828 41.924.100
2016 28.832.669 2.151.264 10.137.534 207.765 41.329.232

 

Bu tablonun ifade ettiği gerçekler pek iç açıcı değildir. 1991 den 2016 ya kadar geçen 25 yıllık sürede büyükbaş hayvan mevcudumuzu ancak, 2011 yılından itibaren olmak üzere artırabilmişiz. Ne yazık ki çeyrek asırlık bu periyodda sağlayabildiğimiz artış % 15.8 de kalmıştır.

Küçükbaş hayvan mevcudumuzda izlenen gelişmeler ise daha vahimdir. Bu 25 yıllık dönemde artış bir yana % 20’ye yakın bir gerileme görülmektedir. Yerli koyun ırklarından ve tiftik keçisinde yaşanan gerileme ise üzücü boyutlardadır.

Peki bu dönemde ülkemizin nüfusu nerden nereye gelmiştir.

YIL NÜFUS
1990 67.803.927
2016 79.814.871

 

Nüfusumuz bu periyodda % 17.8 artmıştır. Refah düzeyinin artması sonucunda beslenme tablosunun içerisinde et ve et ürünlerinin de oransal olarak artış kaydetmesi ile doğal olarak kişi başına et ve et ürünleri tüketimi de artmıştır.

Oysa görüleceği üzere, büyükbaş hayvan varlığımızda nüfus artışının altında kalan bir artışla yetinilirken, toplumumuzda daha çok tüketilen küçükbaş hayvan mevcudumuz ise küçümsenmeyecek miktarda gerilemiştir.

Sonuç olarak bugün niçin ithalata mecbur kaldığımız net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Yukarıda bu tabloya nelerin neden olabileceğini sıralarken meralarımızın mevcudunun artırılması bir yana, var olanlarının bile korunamadığından, geliştirilemediğinden de söz etmiştik.

Nitekim 1970 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce yapılan bir çalışma sonucunda 21.7 milyon hektar olarak belirlenen meralık alanlarımız, 1991 yılındaki tarım sayımında 12.4, 2001 yılındaki Türkiye İstatistik Kurumu tespitlerinde ise 14.6 milyon hektar olarak belirlenmiştir. Yani geçen zaman içerisinde meralarımızı koruyamamışız. En büyük kayıp ise Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanmış görünüyor. 1970 tespitlerinde 9.2 milyon hektar olarak belirlenen bu bölgedeki mera varlığı 2001 yılı tespitlerinde 5.8 milyon hektara inmiş görünüyor.

Tarımsal desteklemeye, hayvancılığın desteklenmesi de dahil olmak üzere bir başka yazımızda değineceğim. Ancak, tablo ortada. Bu veriler bizim hayvan yemi, canlı hayvan, hatta et ithalatına neden mecbur kaldığımızı gösteriyor. Daha fazla geç kalmadan önlemleri devreye sokmazsak sonuçları çok daha acıtıcı olacaktır.

Zengin ve verimli toprakların fakir ve aç insanları olarak yaşamak istemiyorsak tarımı ve tarımla uğraşanları başımızın üzerinde taşımamız gerekiyor.