BUNLARDAN NE KADAR VAR

Yıl 1987, Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı İhracat Genel Müdürüyüm.

Çekirdeksiz kuru üzüm üretici ülkeleri arasında yapılan geleneksel toplantının o yıl İngiltere’nin Cumbria olarak da adlandırılan sessiz, sakin ve doğal güzelliklerle bezeli bir yöresi olan göller bölgesinde yapılması öngörülmüştü.

Bugün çok net hatırlamıyorum. Ancak, Tariş Üzüm Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Necip Necipoğlu, o tarihteki ismiyle İzmir İhracatçı Birliklerinden Genel Sekreter Yardımcısı Erdinç Kapkaç ile yine aynı birlik görevlilerinden Sezmen Alper (daha sonra Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri) ve Londra Büyükelçiliğimiz Ticaret Başmüşaviri Özger Akad da oluşan bu heyette yer alıyorlardı.

Londra’da bir günlük ikametten sonra ertesi gün trenle bölgeye hareket ettik.

Londra’dan uzaklaştıkça kalabalığın, şehir manzaralarının yerini artık doğal manzaralar almıştı. Tipik köyleri geçiyor, sakin kasaba istasyonlarında dura kalka ilerliyorduk.

Hafifçe çiseleyen bir yağmur altında varacağımız noktaya ulaşmıştık.

Taksilerle otele doğru yola koyulduk.

Sokakların tek egemeni, fark edilmeden yağan yağmurdu. Ortalıkta görünen kimsecikler yoktu.

Geçerken çok sayıda otel, motel gördük. Belli ki turistik bir yöreydi burası. Ancak, hiçbirinde bir hareket ve canlılık emaresine rastlanmıyordu.

Ha vardık, ha varacağız derken yeşillikler arasında, bir klasik taş yapının önünde durduk. Konaklayacağımız, aynı zamanda toplantının da yapılacağı otele gelmiştik.

Alelacele giriş kayıtlarımızı yaptırdık. Çünkü artık öğle vakti geride kalmıştı ve hayli acıkmıştık. Toplantı ertesi gün başlayacağı için günümüz boştu ve rahattık. Şöyle uzatmalı keyifli bir yemek yemeyi planlıyorduk.

Valizlerimizi odalarımıza yerleştirip, biraz daha spor giysiler içerisinde otelin restoranında buluştuk.

Diğer ülkelerin heyetleri de gelmişlerdi. Ancak bunların bir bölümü daha önce yemek yediklerinden restoran pek kalabalık sayılmazdı.

Tariş’in başkanı Necip Bey henüz gelmemişti. Biz siparişlerimizi verirken o da yetişti. Eklinde bir 70’lik rakı tutuyordu.  “İçeriz değil mi?” sorusu genel kabulle karşılandı. Zira, bu havada yapacak başka bir şey yoktu. Artık öğle ile akşamı birleştirmiş sayılırdık.

Rakıyı görünce siparişlerimizde ufak tefek değişiklikler yaptık, ekstradan peynir istedik.

Birer ilâve bardakla buz isteyince bir asilzade edası içindeki garson talebimizin gerekçesini pek anlamamakla beraber istediklerimizi getirdi.

Ancak, bu bardaklarla ve buzla ne yapacağımızı da meraklı bakışlarla takip ediyordu.

Necip Bey şişeyi çıkararak bardaklara rakıları koydu. Üzerine suyu ilave edince beyazlayan bardaklar karşısında garsonun gözleri fal taşı gibi açıldı.

Hemen masamıza gelerek “bu nedir “ dedi.  Necip Beyin çevirmenliğini Ticaret baş müşavirimiz Özger Bey yapıyordu.

Necip Bey cevap verdi. “ söyle ona bunun adı rakıdır ve bir Türk içkisidir.”

Garson “bunu içemezsiniz” deyince, Necip Bey “ben rakıdan başka içki içmem, kendilerinde varsa memnuniyetle onlarınkini içelim” deyince, garsonun cevabı “maalesef bizde yok ”tu. Bunun üzerine Necip Bey “o zaman bizde bunu içeriz” dedi.

Garson yanımızdan ayrıldı. Biraz sonra tekrar geldi. Şefimle konuştum “Mantar açma parası karşılığında içebilirsiniz” dedi ve istediği fiyatı söyledi. Nerede ise normal içki fiyatı talep ediyordu. Ancak, Necip Bey 1 tek penny verme niyetinde değildi. Necip Bey varlıklı bir insandı. Ancak, bu çekişme hoşuna gitmişti. Necip Bey son kozunu masaya sürdü. “Gelirken tüm otellerin boş olduğunu gördük. Eğer, içkimizi içmemize mani olur yada bizden böyle haksız taleplerde bulunursanız biz de otelinizden ayrılır, bize zorluk çıkarmayan başka otele gideriz” deyince. Garson işin ciddiyetini kavramıştı. “Müsaade ederseniz şefimle konuşayım” diye yanımızdan ayrıldı.

Tekrar döndüğünde, artık teslim bayrağını çekmişti. “Tamam içebilirsiniz” dedi. Necip Bey teşekkür etti. Garson yanımızdan ayrılırken “bu içkilerden ne kadar var” diye sormaktan kendini alamadı.

Necip Beyin cevabı “buradan ayrılana kadar yetecek miktarda” idi.

İzleyen iki gün boyunca garson biz sormadan bardaklarımızı, buzları getiriyordu. Gerçi artık hepimiz rakı içmiyorduk, ancak o ritüeli yerine getiriyordu.

Zaman zaman diğer heyetlere ikramlarda bulunarak, karşılıklı kadehler kaldırarak Necip Beyin stokunu sıfırladık.

Ayrılırken garsonu da unutmadık. Özellikle Necip Bey yüklü bir bahşişle verdiği ek hizmetleri ödüllendirdi.

Toplantıların sıkıcı atmosferi işte böylesine renkli anlarla biraz olsun sevimli, ilginç hale geliyordu.