ORHAN BASKAN

Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdür Başyardımcılığına atanmıştım. Görevimin ilk günleri tebrike gelenler eksik olmuyordu. Sekreter, İzmir İhracatçı Birliklerinden bir heyetin genel müdüre geldiklerini, benimle de görüşmek istediklerini söyledi.

“Buyursunlar” dedim. 4 kişiydiler. Şimdi tam olarak hatırlamıyorum kimler vardı. Ancak, içlerinden biri diğerlerine göre daha fazla dikkatimi çekmişti.

İçimden “kesin bu adam akşamcıdır” diye düşünmüştüm. Kendilerini tanıttılar ve yeni görevimi tebrik ettiler. Bundan böyle sık sık karşılaşacağımızı ifade ile en kısa zamanda beni İzmir’de görmek istedikleri temennisi ile yanımdan ayrıldılar.

Dikkatimi çeken kişi kendisini İzmir İhracatçı Birlikleri Genel Sekreter Yardımcısı diye takdim etmişti.

Onlar gittikten sonra yanıma gelen çalışma arkadaşlarımdan birine, “Bu Orhan Baskan çok alkol kullanan biri midir? Tanır mısın?” diye sordum.

“Evet tanırım, alkol kullanımı ile ilgili bir bilgim yok. Ancak, bende de hep öyle bir intiba uyandırmıştır.” diye cevapladı sorumu.

Aradan bir zaman geçmişti. Bir toplantı için İzmir’e gittim. Öğleden sonra toplantıyı yaptık. Akşam sahildeki, halen varlığını sürdüren Deniz Restaurant’ta bizi yemeğe aldılar.

Orhan Baskan da yemekteydi. Meraklı gözlerle onu takip ediyordum. Birlik başkanları, Genel Sekreter Muzaffer Çolpan, Ege Tütün İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri Fehmi Baş ve ben dâhil masadakilerin nerdeyse tamamı ikinci kadehlerini bitirdiler. Orhan halen ilk kadehiyle idare ediyordu.

Masadan kalkarken Orhan halen ilk kadehini bitirmemişti. Yalnız dikkatimi çeken, büyük bir arzuyla, adeta aşkla sigara içmesiydi. Sigaradan adeta ayrılamıyordu. Sigarayı ağzından eline dahi almıyordu. Dumanın zerresini boşa harcamak istemiyor gibiydi. Bu arada uzayan sigaranın külü bir müddet sonra ya üzerine ya da masaya düşüyordu.

Artık iyice dudakları yanmaya başlayınca ağzındakini atıp yenisini yakıyordu.

Gece boyunca Orhan’ın ağzını sigarasız görmedim.

Dikkatimi çeken bir diğer husus ise bizler daha içkilerimizi yudumlarken Orhan’ın çay içmeye başlamasıydı. Bardağı boşaldıkça yenileniyordu. Doğrusu kaç bardak çay içtiğini sayamadım.

Ertesi gün merakımdan sordum.

“Siz akşam pek fazla içmediniz. Rahatsız mıydınız?” diye.

“Hayır, ben fazla içki içmem. Ama herkesin üzerinde sanki çok içiyormuşum gibi bir izlenim bırakırım” dedi.

Sanki hangi niyetle sorduğumu anlamış gibiydi cevabı.

İlerleyen aylarda Orhan’ı daha iyi tanıdım. Pırıl pırıl kalbi, iyi niyeti ve sıcakkanlılığı ile iyi bir dost olmaya adaydı. Nitekim öyle oldu. O İzmir’de ben Ankara’daydım, ancak ilerleyen yıllarda gerçek dostlarım arasında yerini aldı.

Kemer takmaz, askılı pantolon giyerdi. Yüzünde kaçamak sigara içen muzip çocuk hali hiç eksik olmazdı. Gerçekten sıkı bir sigara içicisiydi. Sigarasının yanında koyu çayı da ihmal etmemeye çalışıyordu.

Yurtdışından dönmüştüm. Henüz arabamız yoktu. Sivas’taki evimizin satılması ile elime bir miktar para geçmişti. Bu para ile ancak Tofaş’tan bir Şahin model araba alabiliyordum. Ben bayi ile konuşurken İzmir’den gelen Orhan da yanımdaydı. Bayi, beklemeksizin teslim edebilecekleri iki renk seçeneği olduğunu söyledi. Bunlar beyaz ve sarı idi. Ben tereddütsüz beyaz dedim. Orhan işaretlerle bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Bunu üzerine bayiye ben sizi biraz sonra arayacağım diyerek telefonu kapattım.

Orhan o tatlı üslubuyla;

“Abem, bildiğin gibi değil (Bu deyim Orhan’ın en çok kullandığı kalıptı. Sonra “bilmediğin gibi” diye gülerek sözlerine devam ederdi) trafikte renk körleri cirit atıyor, ben bile kaç kere tanık oldum. Beyazı fark edemiyorlar. Sakın beyaz araba alma. Ölümü öp sakın ha. Sarı al, bak ikaz işaretlerini bile sarı yapıyorlar. Gel canını tehlikeye atma” diye adeta yalvar yakar oluyordu. İster istemez etkilendim.

Bayiyi aradım “Sarı olsun” dedim.

Eşim Gümüldür’de yazlıktaydı. Orhan’la beraber arabayı alıp Gümüldür’e gittik. Eşim gözlerine inanamadı. Orhan’ın anlattığı hikâye de bu konudaki düşüncelerini değiştirmeye yetmedi. O arabanın rengi nedeniyle epey eleştiri aldım. Allahtan kısa süre sonra satarak kurtuldum.

Orhan espritüel bir kişiliğe sahipti. Genelde kendi başından geçenleri biraz süsleyerek anlatırdı.

Bugün hale eşe dosta anlattığım bir anekdotunu bütün canlılığı ile hatırlıyorum.

Orhan, arabası ile Kemeraltı civarında bir pazar yerine giriyor. Gerisini onun deyişiyle dinleyelim;

“Yol tek yön, etraf çok kalabalık, zar zor ilerliyorum. Baktım karşıdan bir araba geliyor. Selektör yaptım. Ellerimle yolun tek yön olduğunu, bu nedenle geri gitmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım.

Ancak, karşıdaki de, sen geri git diye işaret ediyordu. Ben aynı hareketleri tekrarlayınca, karşımdaki arabanın kapısı açıldı ve biri inmeye başladı. Adam in in bitmiyordu. Sonuçta iki metreye yakın cüssesi ile üzerime gelmeye başladı.

‘Orhan, şimdi yandın; bakalım nasıl kurtulacaksın bu durumdan’ diye söyleniyordum. O geldi ve camı açmamı işaret etti. ‘Sen ne diyorsun’ diye sert bir ifade ile sorunca, ‘vallahi ehliyeti yeni aldım, ben buradan geri gidemem’ dedim. ‘Ha öyle söylesene kardeşim, in bakıyım sen şimdi’ deyince arabadan çıktım.

O benim yerime oturdu ve bir iki sert manevra ile arabamı kenara yanaştırdı. ‘Şimdi ben geçeyim sonra sen devam edersin’ dedi. ‘Sağol abi’ diye olanca nezaketimle cevap verdim. Bindi arabasına yanımdan geçti gitti.

Çok şükür tehlikeyi kazasız belasız atlatmıştım.”

Orhan bir gün bir kafede otururken karşı masaya bir güzel kadın gelip oturuyor.

Yine Orhan’dan dinleyelim.

“Kadın tam karşımdaki masaya oturdu. Direkt bakış doğrultumda. Ona bakmamak için başımı yana çevirmem gerekiyor, ki bu da normal bir durum değil. Kadın güzelliğinden ve bakılmaya değer olduğundan emin. Ancak, bir müddet sonra rahatsızlık sinyalleri vermeye başladı. Sonra dayanamadı kalktı geldi başucuma dikildi ve sert bir ses tonuyla;

‘Ne öyle gözlerini dikip bakıyorsun bana’ diye sordu.

‘Öküzüm de ondan hanımefendi, biz öküzler böyle bakarız’

deyince, kadın hışımla kafeyi terk etti.”

Orhan, uğraştığı işleri ayrıntısına kadar öğrenmeye meraklı idi. En sevdiği uğraş konusu zeytin ve zeytinyağı idi. Türkiye’nin bu maddenin ticaretinde başarılı olması için çok uğraş vermiştir. Bizim teşkilatta konuyla ilgili herkese, zeytin ve zeytinyağı üretimi, standardı, tağşişi, iç ve dış ticareti, maliyet hesapları, Avrupa Birliği koruma yöntemleri konusunda rehberlik, hocalık yapmıştır.

En büyük ideali bir zeytinlik tesis etmekti. Uzun araştırmalar yaptı. Maliyetlerini çıkardı. Ancak, o tarihlerde orman vasfını kaybetmiş arazilerin bu amaçla tahsis edilmemesi nedeniyle bu amacını gerçekleştiremedi. İzmir’in Karaburun ilçesine gelmeden sahilde yer alan Kaynarpınar köyünde mütevazı bir ev yaptı ve orayı çok sevdi. Bahçesinde hasat yaptığı zeytin ağaçları vardı.

Sahildeki Çınaraltı kahvesinde birlikte çok çay içtik. Balıkçı Alaattin’in denizin içine yerleştirdiği üzeri gazete kâğıdı kaplı masalarda güneşi batırıp, mehtabı seyrettik.

Can dost, hazır kuvvetti. Yazları Gümüldür çok sıcak oluyordu. Ancak, bir yaz ısı 40 derecenin üzerine çıkmıştı ve dal kıpırdamıyordu. Bizim natamam Arkonut Sitesi’nde hiçbir şey yoktu. Ekmek almaya arabayla Ürkmez’e, telefon etmeye ise daha uzaktaki Gümüldür’e giderdik. Tam mahrumiyet ve Robinson hayatı benzeri bir yaşam.

Sıcaktan bunalmıştım. Tatilimi kesip Ankara’ya dönmeye karar vermiştim. Zaten en fazla 1 hafta tatil yapabilirken 3. gün pes etmiştim. Kuş uçmaz kervan geçmez sitemizde bir araba sesi duydum. Gelen Orhan’dı. İki adet vantilatör, bir kasa maden suyu ve bir karpuzla bizi ferahlatmaya koşmuştu. O günkü yol koşullarında, klimasız arabada ve o sıcak ortamda bu yaptığı gerçek bir dostluktu.

Orhan, bir Ege sevdalısı idi. Çok sevdiği eşi ile birlikte yazın sandalları ile koy koy dolaşır, dalar, zıpkınla balık avlardı. Ondan Karaburun’da bir koyda sık sık karşılaştığı ve alt edemediği iri bir levrek hikâyesini yıllarca dinledim.

Balığa “Ali” ismini takmıştı. Yazın bazen telefonda bile tekmil verirdi. “Bu hafta sonu Ali ile yine karşılaştım” diye.

Görevini çok severdi. İzmir İhracatçı Birliklerinin bir sembolüydü. Hayatının son yılları ne yazık ki acılarla geçti. İki evladını kaybetme bahtsızlığını yaşadı. Zamansız aramızdan ayrıldı.