OLMAYAN KOLTUKLAR

Eskilerde ataması, kurası, genelde çok istenilmeyen bir yere çıkanları “havası ve suyu iyidir’’ diye teselli ederlerdi.

Devlet memuriyetinde de diğer mesleklere göre buna benzer bir teselli deyişi hep söylene gelmiştir. ‘’Maaşı garantili, itibarı var’’ dı bu deyiş.

Devlet batmadıkça aydan aya maaşını alman gerçekten garantilidir. Ancak memuriyetin itibarı tartışılır. Eskiden belki, ama günümüzün temellerini iyice maddiyata dayayan dünyasında itibar iddiası su götürür. Belki artık çok üst kademelere tırmanıldığında.

Evet, özellikle etkili noktalara geldikten sonra memuriyetin kişiye belli bir ölçüde, görünürde bir itibar kazandırdığı söylenebilir.

Yetki sahibi olmak, sekreter veya özel kalem kullanmak, makam otomobiline binmek, havaalanında VIP’den geçmek gibi sağlanan bir takım ayrıcalıklar o kişileri diğer memurlardan göreceli olarak ayırır ve dolayısıyla gerek memur sınıfı içinde, gerekse muhatap olduğu dış dünyada sanki farklı bir yere konuyormuş gibi bir algı oluşmasına neden olur.

Üst düzey bir kamu görevlisine, gerek görev yaptığı birimde, yani memur çevresinde, gerekse ilişki içerisinde olduğu dış dünyada oluşan saygı ve ilgi çoklukla sunidir.

Her iki çevrede çekinme, desteğini alma, bir gün lazım olabilir gibi çeşitli düşünce ve nedenlerle üst düzey görevlere gelenlere ilgi, teveccüh ve saygı içinde görünürler.

Tabiatıyla gerek memur çevresinde, gerekse dış dünyada o kişinin saygınlığı, dürüst ve adaletli olması gibi nedenlerle samimi olarak takdir ve saygı hisleri de olağandır.

Ben bu saygı ve ilgi çerçevesinin, konumuma göre genişleyip daralmasını defalarca yaşadım.

Etkili bir göreve geldiğimde akraba, tanıdık, seven, takdir eden çevremin bir anda nasıl arttığını fark ederdim.

Kamu hayatım boyunca hiç görevden alınma uygulamasına muhatap olmadım. Ancak,  iki kez yurt dışı görevlere atandım ve memuriyet görevim bitince de emekliye ayrıldım.

Aktif görevlerde iken, bayramlarda, yılbaşı dönemlerinde kovalarla tebrik kartı attırırdım. Çoğunu okumaya yetişemezdim.

Yurt dışına atandığımda ilk bayram veya yeni yıl, öncekilerle kıyaslanamayacak kadar olsa da yine çok sayıda tebrik alırdım. Ancak izleyen yıllarda bu sayı sürekli azalarak gerçek dostlarıma indirgenirdi.

Türkiye’de yeniden bir göreve atandıktan sonra eskiler yeniden devreye girer ve görevin mahiyetine göre bu topluluğa yeni eklenenler olurdu.

Ailece görüştüğümüz, geçmişte çok sayıda iyiliğimi, dostluğumu ve arkadaşlığımı görmüş yakınlarımın bile artık bayramdan bayrama dahi aramak zahmetinde bulunmamaları bana gerçek dostlarımın bunların dışında kalanlar olduğunu ne yazık ki acı bir şekilde göstermiştir.

Nasrettin Hoca’nın kürkünün itibarı gibi bizimki de çoklukla görevin itibarı imiş.

Üst düzey yetkiliye itibar gösterme merak ve telaşı bazen trajikomik olaylara da yol açar. Benim yaşadığım böylesi bir örneği dilerseniz sizinle paylaşayım.

Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarıyım. Eşimle beraber Antalya’ya direkt uçuş olmadığından İstanbul üzerinden uçuyoruz.

Ankara’da Devlet Hava Meydanları Müdürü ve diğer yetkililerle THY yetkilileri bizi karşılayıp VİP salonuna aldılar. Vakti gelince uçağın merdiveninin önüne dizilerek merasimle uğurladılar. 1A ve 1B, en ön koltuklarda oturuyoruz. Yanımızda boş bırakılmış.

Atatürk Havalimanına indik. Bu defa oradaki benzer ekibin törensel karşılaması ile VİP salonuna alındık. İkramlarda bulundular. Uçağın kalkış saati yaklaştıkça bir telaş, koşuşturma başladı. Merakla izliyorum. Bana söyleyemedikleri bir aksilik olduğunu fark ettim.

Nihayet THY yetkilisi cesaretini toplayarak geldi ve ‘’Sayın Müsteşarım, bir aksilik olmuş, size ayrılan ön koltukları maalesef bizden habersiz kullanmışlar. Özür diliyoruz’’ dedi.

   “Önemli değil herhalde bizi yan yana oturtacağınız iki yeriniz vardır. Nasıl olsa hepsi Antalya’ya gidiyor” diyerek ortamı yumuşattım.

Rahatladılar ve bizi alarak uçağa götürdüler. Uçak dolu idi ve yan yana iki yer de yoktu. Eşime ortalarda bir yer buldular. Ben de en arkada bulduğum bir yere oturdum.

Antalya’da yine DHMİ Antalya Müdürü, THY Müdürü ve diğer yetkililer tam kadro uçağın merdiveninin önünde hazır bekliyorlardı. Eşime bir çiçek vererek, olanları duyduk çok üzüldük. ‘’Size burada böyle bir şey yaşatmayacağız’’ diye teminat verdiler.

İki gün sonra sabah uçağı ile Ankara’ya döneceğiz. Havaalanına geldiğimizde tüm kadro hazırolda bekliyordu. Güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamışlardı. Otelde kahvaltı yaptığımızı söylesek de ısrarcı oldular. Birkaç lokma aldık. Sonra bir görevli biniş kartlarımızı getirdi. 1A, 1B bize ayrılmıştı. Uçuş vakti geldiğinde yine birlikte uçağa hareketlendik.

Ancak, Murphy kanunları devredeydi ve aksilik devam ediyordu.

Bize yol gösterenlerle uçağa girdik. Ancak, uçakta 1A, 1B diye numaralanmış koltuklar yoktu. O sıra 2A, 2B diye başlıyordu. THY’nin yeni sefere soktuğu 99 kişilik RJ-100 uçakları ilk seferini yapıyordu ve maalesef yer personelinin uçağın oturma düzeninden haberi yoktu.

Bu kez sinirlenmiştim. En öne değil ama yine hemen önlerde iki yan yana koltuğa sormadan oturduk. Görevliler donup kalmışlardı. Ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı. O yerlerin bir sahibi varsa onu nasıl hallettiler bilemiyorum.

Halk deyimi ile ‘’ Sakınan göze çöp batmıştı’’.

Son Söz;

Koltuk itibarcılarından kendinizi koruyun.