RESMİ ZİYARETLERİN ANLATTIKLARI

Ülkelerarası resmi ziyaretler ilginç sahneler barındırdığı gibi, mesajları, kuralları ile de öne çıkarlar.

Katıldığım resmi ziyaretler içinde beni en çok etkileyenlerden biri ve belki birincisi 1977 yılı sonlarında Ticaret Bakanı Sayın Teoman Köprülüler ile Bağdat’a yaptığımız seyahatti.

Sayın Bakanı Bağdat Fuarı’nın açılışına davet etmişlerdi. Heyette İhracat Genel Müdürü olarak ben de vardım.

Türkiye’nin zor dönemleri idi. Döviz sıkıntısı çekiliyordu. Dolayısıyla yaklaşan kış ayları, sanayinin ihtiyacı ve günlük yaşam için gerekli petrol ithalatı düzenli bir şekilde yapılamıyordu.

Başbakan Sayın Bülent Ecevit, Bakanımızdan bu seyahatte Irak’tan kredili petrol temini için görüşme yapması talimatını verdiği için Bağdat’a hareket etmeden 1 hafta önce Dışişleri Bakanlığı kanalıyla Irak’ın Ankara Büyükelçiliğine petrol işlerini de üstlenen Planlama Bakanından randevu talebi iletildi.

Ancak randevu bir türlü gelmiyordu. Bunun üzerine Bağdat’taki elçiliğimiz de devreye sokuldu. Fakat netice aynı idi. Bağdat’ta iki veya üç gün kaldık. Irak’ın Planlama Bakanı Türkiye Cumhuriyeti’nin Ticaret Bakanına randevu vermemişti.

Çünkü Türkiye’nin ne isteyeceğini biliyorlardı ve bize yardım etmeye hiçbir şekilde niyetleri yoktu. Bizden adeta geçmiş ezilmişliklerinin, komplekslerinin acısını çıkarıyorlardı.

O tarihlerde petrol zengini Irak, parası olduğu için itibarlı bir ülke idi. Bağdat Fuarı’nın açılışına kırkı aşkın ülkenin Ticaret Bakanı gelmişti. Oysa Türkiye’de muadili olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışına komşu birkaç ülkenin bakan yardımcılarından öte, gelen giden olmuyordu. Çünkü en hayati ihtiyaçları için bile döviz bulup ithalat yapamıyordu.

Program gereği heyetimiz Irak Ticaret Bakanını ziyaret edecekti. Bakanın özel kalemine ulaştığımızda başta Bakanımız olmak üzere bizi Irak’lı Bakanın odasına aldılar. Bakan telefonla konuşuyordu. Yerinden tam kalkmadan bizimle tokalaştı. Yer gösterdi, oturduk. Bir müddet daha telefon konuşmasını sürdürdü. Telefon konuşması bittiğinde iki Bakanın karşılıklı bir iki nezaket cümlesinden sonra tekrar telefon bağlandı. Irak’lı Bakan yanında bir başka ülkenin bakanı ve heyeti yokmuşçasına rahat rahat telefonla konuşmaya devam ediyordu. Teoman Bey’in artık iyiden iyiye sinirlendiğini görüyordum ve bir olay çıkmasından endişe ediyordum. Bakan konuşmasını bitirip ahizeyi bırakınca Teoman Bey ayağı kalktı. Allahaısmarladık dedi ve yürüdü. Iraklı bakan tercüman aracılığı ile ikramda bulunmak istediğini söylüyordu. Teoman Bey yürümeye devam etti. Doğal olarak heyetin tüm üyeleri de aynı anda kalkarak Teoman Beyi takip ettik.

Medeni bir ülkeye yakışmayan, kompleks içeren bir davranıştı Iraklı bakanın tavır ve tutumu.

O da Osmanlı’nın intikamını, biz çocuklarından çıkarıyordu.

Bu üzüntü ile andığım Bağdat resmi ziyaretinin ardından muhtemelen 1987 yılında Bağdat’a resmi ziyarette bulunan başka bir heyette de yer aldım. Başbakan Turgut Özal’ın başkanlığındaki heyetimiz Bağdat’a geldiğinde her tarafın füze isabeti ile delik deşik olduğunu görmüştük. Irak’ın ödeme gücü İran’la yürüttüğü savaş nedeniyle yerlerde idi. Bu sebeple iki ülkenin Merkez Bankalarında karşılıklı hesaplar açılmıştı. İki ülkenin birbirlerine yaptıkları ihracat bedelleri bu hesaplardan karşılanıyordu. Seyahat tarihimizde o gün için büyük bir tutar olan 1,5 milyar dolarlık alacağımız birikmişti ve Irak’tan bunun tasfiyesini istiyorduk. Iraklılar ise kıvranıyordu.

Turgut Özal ve Saddam Hüseyin baş başa görüştüler. Ancak, iki liderin başkanlığındaki heyetler arası görüşmeler için bizi iki kez toplamalarına rağmen görüşmeler gerçekleşemedi. Çünkü Irak’ın barutu bitmişti. Ödeyemiyordu.

Sonradan İran füzelerine hedef olan Harun el Reşit Oteli’nin lobisinde iki gün bekledikten sonra Türkiye’ye döndük. Bu defa gururlu idim. Ancak, biz onlara, onların bize davrandığı gibi davranmamıştık. Osmanlı’nın yönetimindeki halklara gösterdiği tolerans ve anlayışı Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcileri olarak aynen devam ettirmiştik.

Genlerinizde yoksa, istediği kadar çok paranız olsun, büyük olamazsınız.