BAĞIMSIZ EKONOMİNİN BAŞARILARI

Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş yıllarındaki ekonomik serüvenini anlatmaya devam ediyoruz.

Biliyorsunuz, bu dizinin ilk yazısında “Misak-ı İktisadi” başlığı altında daha Cumhuriyet kurulmadan ülkenin refahı ve kalkınması için kolları sıvayan Cumhuriyetimizin kurucularının milletin temsilcileri ile birlikte milli ekonominin temel ilkelerini tespit çalışmalarına değinmiştik.

Bu serinin “Gerçek Bağımsızlık Ekonomik Bağımsızlıkla Sağlanır” başlığı altında ele aldığımız ikinci yazısında ise İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda yapılan ilk alt yapı çalışmalarını anlatmaya çalışmıştık.

Serinin bu üçüncü yazısında ise Cumhuriyet’in kuruluşunu sağlayan inançlı kadroların “Ülkeyi muasır medeniyetler” düzeyine çıkarmak ve topyekûn kalkınma sağlamak üzere yaptıklarını ve ulaştıkları sonuçları sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

İzmir İktisat Kongresi kararları arasında da ifadesini bulduğu üzere, ekonomik faaliyetlerde serbest girişime öncelik verilecek ve desteklenecektir. Ancak 1929 yılına kadar bu prensibe göre hareket edilmişse de, alınan sonuçların tatminkâr olmaması ve 1929 yılında Dünya ekonomisini derinden sarsan büyük ekonomik buhranın da etkisiyle ekonomide devletin rolü ve ağırlığı ön plana çıkarılmıştır. Ancak, bizzat Atatürk’ün de çoğu kez belirttiği gibi bu doktriner bir devletçilik değildir. Ekonomide özel sektör silinip atılmamıştır. Ancak özel iç tasarrufların yetersizliği, sermaye birikiminin ihtiyacı karşılayacak düzeye ulaşmaması sebebiyle bir yerde devlet için ön almak mecburiyeti doğmuştur.

Hatta 1934–1938 yılları arasını kapsayacak şekilde bir planlı ekonomi uygulamasına da geçilmiştir.

Genç Cumhuriyet bu çabalar içerisindeyken, Lozan Anlaşması gereği olarak Osmanlı borçlarını ödemek durumunda olması itibariyle 161 milyon altınlık Osmanlı borcunun Türkiye Cumhuriyetine düşen 107 milyonluk bölümünü de üstlenerek ödemiştir.

Keza 1929 yılında tarihin bilinen en büyük ekonomik buhranının yıkıcı sonuçlarına da katlanmak durumunda kalmıştır.

İlk iki yazımızda ifade ettiğimiz gibi, çok güç şartlarda başlayan ve öncelikle alt yapının kurulması, millileştirilmesi ile devam ettirilen bu çabaların, milletin refahının arttırılması, ülkenin kalkınması tarım ve sanayinin modern çağdaş yöntemlerle yapılması yönünde yoğunlaştırılarak devam ettirildiğini görüyoruz.

Ekonomik faaliyetlerin, başta yatırımlar olmak üzere finansmanını sağlamak üzere milli finans sisteminin kurulması Cumhuriyet’in temel önceliklerinden olmuştur.

1924 yılında Türkiye İş Bankası, 1925’de Türkiye Sanayi ve Maden Bankası, 1933’de Sümerbank ve Belediyeler Bankası (İller Bankası), 1935’de Etibank, 1937’de Denizcilik Bankası, 1938’de Halk Bankası kurulup faaliyete geçirilerek ticari ve sanayi faaliyetlerin finansmanı için önemli bir finans alt yapısı oluşturulmuştur.
Tarım sektörünün ihtiyaçlarını karşılamak üzere T.C. Ziraat Bankası yeniden düzenlenmiş ve Tarım Kredi Kooperatifleri kurularak, banka ile çiftçiler arasında finansmanı kolaylaştıracak bir kefalet kurumu devreye sokulmuştur.

1930 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurularak milli ekonominin en önemli kurumlarından biri hayata geçirilmiştir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kendi kendine yetme, kaynağı Türkiye’de olan ham maddelere dayalı sanayinin kurulması hedefi vardı.

Bu nedenle dokuma (yün, pamuk, kendir), madencilik sektörü, kağıt sanayi, kimya sektörü ve taş toprak sektörüne öncelik verilmiştir.

Türk sanayinin öncü kuruluşları olan ve ilerleyen yıllarda bir okul görevi üstlenen Sümerbank ve Etibank bu ilk sanayileşme hamlelerinde önemli yatırımlara ve işlere imza atmışlardır (Ne yazık ki Cumhuriyet emaneti olan bu güzide kuruluşlar, bugün adı bile anılmaz hale gelmiştir.)

Ereğli, Bakırköy, Kayseri bez fabrikaları, Nazilli basma fabrikası, Merinos yünlü dokuma, Gemlik suni ipek, Keçiborlu kükürt işletmesi, Divriği demir madenleri işletmesi, Paşabahçe cam fabrikası, Uşak, Alpullu, Eskişehir, ve Turhal şeker fabrikaları, ilk yıllarda işletmeye alınarak bu malların ithalatları asgariye indirilmiştir.

1938 yılına gelindiğinde üç temel ihtiyaç olan un, şeker ve dokuma alanında ülke kendi kendine yeterli hale getirilmiştir.

Yoksul fakat onurlu bu halkın kalkınma ve sanayileşme hareketi devam ederken Atatürk dönemi bütçelerinin kesin hesaplarının ikisi denk, biri hariç diğerleri ise fazla ile kapanmıştır.

İşte bu politikanın sonucudur ki 1923 yılında 763 kuruş olan bir İngiliz Sterlini yükselerek 1930 yılında 1032 kuruşa çıkmış ancak bu yıldan sonra sürekli gerileyerek 1938 yılında 616 kuruşa inmiştir.

Cumhuriyetimizin diğer hiçbir döneminde paramızın istikrarını ve itibarını maalesef böylesine korumayı başaramadık.

Dönemin iktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt, güç durumda kaldıkça Atatürk’ten birkaç milyon liralık emisyon yapılması isteğine hiçbir zaman onay alamadığını söyler.

Yabancı kaynak kullanmadan ve denk bütçe ile yürütülen kalkınma hamlesinde de tam bir başarı yakalanır. Bu gün imrenerek izlediğimiz uzak doğu ülkeleri gibi 15 yılda ortalama % 8 büyüme rakamı ile Cumhuriyet’in hiçbir döneminde kısmet olmayan bir başarıya imza atılır.

Enflasyon oranları bu dönemde 1924’de 10,0, 1925’de 12,4 ve 1935’de 11,1 ile sadece bu üç yılda çift haneli rakamlara ulaşmıştır. Bu 15 yıllık dönemin 6 yılında fiyatlar gerilemiş, diğer yıllarda ise %5’i geçmeyen tek haneli rakamlarda kalmıştır.

Tam bir başarı öyküsü.
Dış ticaret rakamlarımız ise aşağıya çıkarılmıştır.

Yıllar

İhracat

İthalat

Dış Ticaret Dengesi

İhracat/İthalat (%)

1923

51

87

-36

58.6

1924

82

100

-18

82.0

1295

103

129

-26

79.8

1926

96

121

-25

79.3

1927

81

108

-27

75.0

1928

88

114

-26

77.3

1929

75

124

-49

60.0

1930

71

70

+1

107.1

1931

60

60

0

100.0

1932

48

41

+7

117.1

1933

58

45

+13

134.9

1934

73

69

+4

105.8

1935

76

71

+5

107.0

1936

94

74

+20

127.0

1937

109

91

+18

119.8

1938

115

119

-4

96.6

Toplam

1.280

1.423

-143

90.0

Kaynak: TÜİK

Görüleceği üzere yeni sanayileşen, tüketim maddelerini dahi ithal etmek durumunda olan bir ülke, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren iyi bir performans gösteriyor. Arada 1929 büyük buhranının azizliğine uğruyor ve 1930 yılından sonra sürekli dış ticaret fazlası veren bir ülke olarak bir gurur tablosu çiziyor. 1930 – 1938 yılları arasında ihracatımız toplam 209 milyon dolar fazla verirken, bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı % 136,6 olarak hesaplanıyor.

Sürekli ve yüksek oranlı büyüyen, denk bütçe ile parasının istikrarını koruyan, içeriye ve dışarıya borçlanmayan, dış ticaret fazlası veren bir ülke. Bu gün başta ülkemiz olmak üzere tüm ülkelerin hedefleri ve hülyaları bunlar değil mi?

Büyük Atatürk ve Cumhuriyetimizin kurucuları, sizleri bir kez daha minnetle anıyor, aziz hatıralarınız önünde saygıyla eğiliyoruz.