İÇ ANDINI GERİSİNİ DÜŞÜNME

2007 yılı Eylül ayında 12 aylık bazda ihracatımızın 100 milyar doları aşması tarihi 1. TBMM binasında ihracatçıların yaptığı bir toplantı ile kutlanıyor. Dönemin dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen “100 milyar dolarlık ihracat kritik kütledir” diyor. Bunca yılımızı dış ticarete verdik. Sayın Bakanın bu tanımlamasının altından halen kalkamadık.
Neyse zaten konumuz o değil. 100 milyar dolarlık ihracatı gerçekleştirmenin şevki ile ihracatçılarımız galeyana geliyor ve 1. TBMM binasında şu andı içiyorlar;
“Türküm, üreticiyim, ihracatçıyım, dünyalıyım, akılcı, rekabetçi ve yaratıcıyım. İlkem; en yüksek kaliteyi en doğru fiyatla satmak, değerler zincirinde ilerleyerek, ülkemi ve milletimi gönendirmektir. Ülküm; ülkemi yükseltmek, milletimin ve insanlığın refahına katkıda bulunmaktır. Ey büyük Atatürk, açtığın muasır medeniyetler yolunda yürüyerek, gösterdiğin hedef için yılmadan, yorulmadan çalışıyorum. Bu gayretimi artarak sürdüreceğime, hedefimden sapmadan yolunda yürümeye devam edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim. Varlığım ülkeme armağan olsun, ne mutlu Türküm diyene! ”
Bu anda ilişkin haberler üzerine o tarihteki duygu ve düşüncelerimizi bir yazı ile dile getirmişiz.
Şimdi izninizle öncelikle bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyoruz;
“İhracatçılar ant içmiş. Bu diğer meslek gruplarının da ilgisini mutlaka çekecektir. Yakında diğer meslek gruplarının ilgili Bakanlarının veya üst düzey yöneticilerinin önderliğinde benzer uygulamalar yapması beklenebilir.

Örneğin; Müteahhitlerin,
Türküm,
Müteahhidim,
Tesisatın en iyisini döşeyeceğime, en az demir ve çimento ile en sağlam binayı yapacağıma, yaptığım bu binaları en uygun mortgage kredisi ile satacağıma…

Kuaförlerin,
Türküm,
Kuaförüm,
Akılcıyım, rekabetçiyim.
En kısa zamanda, en güzel saç modelini yaratacağıma,
Türk kadınının güzelleşmesine katkıda bulunacağıma…

Nalbantların,
Varlığımı Türk atlarına adayacağıma,
En dayanıklı nallama yöntemini geliştireceğime,
diye ant içmelerini ve tüm meslek gruplarının ant içerek yeni bir şevk ve heyecanla işlerine sarılıp kendilerine yeni hedefler koymakta birbirleriyle yarışarak ihracatçı yurttaşlarından geri kalmamaya çalışacaklarını beklemek yerinde olacaktır.

Biz yine ihracatçılarımızın andına dönersek ant metninde yerini bulduğu üzere ihracatçı üreticilerimiz de bu ant kapsamına alınmıştır. Artık ihracatımızın hammadde ve ara malı gereksiniminin Çin’den ve diğer Uzak Doğu ülkelerinden karşılandığı göz önüne alınınca, andın akılcı, rekabetçi ve yaratıcı olmayı öngören bölümünün iyi düşünüldüğü söylenebilir.
Beni andın bir de, “insanlığın refahına katkıda bulunmak” bölümü çok etkiledi. Başta Uzakdoğu ülkeleri olmak üzere Dünyanın fakir fukarasına iş ve aş temin etmek yaklaşımı her türlü övgüye değer.
Benim burada çözüm bulamadığım husus, ithalatçılarımızın durumudur. Nerede ise ihracatın başarısını ikiye katlayan ithalatçılarımız bu başarılarına rağmen, ne Ata’nın huzuruna çıkmayı ne de ant içmeyi akıl edememişlerdir.
Oysa ithalatçılar 100 milyar dolara ulaşmanın sevincini yaşarken, ithalatçılarımız 200 milyar dolara merdiven dayamıştır.
Hani Onuncu Yıl Marşı’nın “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizelerinde olduğu gibi manav tezgâhlarından, bijuteriye, kozmetikten giyim kuşama satış raflarımızı başarı ile donatan, aziz milletimize hiçbir şeyin eksikliğini hissettirmeyen ithalatçılarımızın sessiz kalışlarını doğu kültürüne özgü tevazu olarak nitelemek yerinde olacaktır.
Bu kitlenin tevazu ile davranmasını anlıyoruz ama anlayamadığımız Devlet ve Dış ticaret yetkililerimizin ithalatçılarımızın başarılarını görmezden gelmeleridir. Bu yanlı tutumlarını açıklamakta güçlük çekiyoruz. Bizi kivi ile çikita muzla, Pappardelle makarnayla, toscana pastırmasıyla ve Şili şarabı ile tanıştıran, nazik bedenlerimizi Çin ipeği ve panama keteni ile sarmalayan, güneş batımlarını tekila ile uğurlamamızı mümkün kılan ithalatçılarımızın ve başarılarının görmezden gelinmesini haksızlık sayıyorum.
Bu haksızlığa isyan ederken, bir yandan da 1 YTL=1 ABD $ politikası ile esasen çaktırmadan ithalatçılarımızın koltuklandığını, ihracatçılarımızın ise çelmelendiğini görerek teselli buluyorum.
Herhalde bu kadar övgüler, antlar da atılan bu çelmeye rağmen ayakta kalmayı başaran ihracatçılarımıza duyulan içten hayranlığın yansıması diye düşünüyorum.”
Düşünebiliyor musunuz, Devletimize ruh ve vücut veren 1. Meclis binasında başta Sayın Bakanları, ihracatçı kuruluşlarının üst yöneticileri ve ihracatçılarımız hançerelerini patlatırcasına heyecanla ant içiyorlar.
O manzarayı gören her Türk vatandaşı artık önümüzde hiçbir engelin, hiçbir güçlüğün duramayacağını, bendimizi yıkıp sel gibi çağlayacağımızı düşünür.
Ancak, anttan sonra gelişmeler hiçte beklendiği gibi olmamış. Yani ant pek işe yaramamış. Boynuna kazaya belaya karşı koruma muskası takıp, kaza yapınca şaşıran gibi olmuşuz.
2007 yılında %25.4lük bir ihracat artışı sağlarken. 2013 yılsonuna kadar bu oranı hiçbir yıl yakalayamamışız. Hatta 2009 yılında ihracatımız %22,4, 2013 yılında ise %0,4 gerilemiş.
Son 5 yılda (2008–2013) 640,8 milyar dolar dış ticaret açığı vermişiz. Diğer bir deyişle her yıl ortalama 61,6 milyar dolarlık sattığımızdan fazla ithalat yapmışız.
Çalışmazsanız, üretmezseniz, yaratıcı olmazsanız, rekabet gücünüzü geliştirmezseniz, dokunaklı antlar tuhaf bir nostalji olarak kalırlar.
Antla karın doymaz…