Atatürk, Cumhuriyet’in devraldığı ekonomik mirasın bir enkaz olduğunun bilincindedir. Nitekim çeşitli söylemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı bütün başarısızlıkların ve sonucunda çökmesinin temelinde ekonomik sorunların yattığını çok kez ifade etmiştir.
Atatürk’ün ısrarla üzerinde durduğu diğer bir husus ise yabancılara tanınan, kapitülasyon olarak nitelenen imtiyazların kurulması düşünülen milli karakterli bir ekonomik modelin önündeki en büyük engel olduğudur. Nitekim Lozan görüşmelerinde verilen en önemli mücadelelerden biri kapitülasyonların kaldırılması yönünde olmuştur.
Sağlıklı bir ekonomi oluşturabilmek için son derece elverişsiz olan koşulların düzeltilmesi gerekliliğini gören Cumhuriyet’in yöneticileri işe ülkenin hukuki alt yapısını çağdaş bir yapıya kavuşturmakla başlamışlardır.
1924 yılında yeni bir Anayasa yapılarak Cumhuriyet kendi anayasal düzenine kavuşturulmuştur. Aynı yıl Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmıştır. 1925 yılında bugünkü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşuna esas olan Hukuk Mektebi açılmış, izleyen 1926 yılında ise Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve 1928 yılında Borçlar ve Ticaret Kanunları kabul edilerek yürürlüğe konunmuştur.
Böylelikle ekonomik açıdan yetersiz olan ve güven vermeyen hukuk kuralları açısından eksiklik giderilmiş, dini esaslara göre yürütülen şer’i hukuk düzeni terk edilmiştir. Yabancıların kendi hukuklarına tabi olmalarının gerekçeleri de kalmamıştır.
Atatürk, kaybedilecek zamanı olmadığı bilinci içerisinde tüm alanlarda devrimi büyük bir hızla sürdürerek Ulusun kötü yazgısını değiştirme mücadelesi verirken öncelik verdiği hususlardan biri de eğitim konusu olmuştur.
Çünkü, beşeri unsuru iyi yetişmemiş bir toplumun hiçbir şansının bulunmadığını bilmektedir. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilanının hemen ardından 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim laikleştirilmiş, Medreseler kapatılmış, 1926 yılında yeni Maarif Teşkilatı kanunu ile Maarif Vekâleti eğitim konusunun tek yetkilisi ve sorumlusu haline gelmiştir.
Yeni Türk Alfabesi’nin kabulü ile de okuma yazmanın kolaylaştırılması ve böylece nüfus içerisindeki okuryazar oranının arttırılması hedeflenmiştir.
Bu eğitim reformları ile tek bir amaç hedeflenmektedir: Çağdaş gereklere uygun iyi eğitilmiş bir nüfus yaratmak ve bu yaratılan nüfusla Türkiye’nin başta ekonomik olmak üzere tüm alanlarda ileri bir ülke konumuna gelmesini sağlamak.
Atatürk döneminde özellikle teknik alanda çok sayıda öğrenci devlet bursu ile yüksek öğrenim görmek üzere yurtdışına gönderilmiştir.
Yaklaşan Nazi tehdidi ile Almanya’da huzurları kalmayan Yahudi asıllı çok sayıda Profesöre kucak açılarak tıp, hukuk, iktisat, mühendislik başta olmak üzere bir çok yüksek öğrenim branşının geliştirilmesinde ve Ankara’da Üniversitenin kurulmasında çok önemli kazanımlar sağlanmıştır.
Tabii, sağlanan en önemli hususlardan biri de toplumun yarısını oluşturacak olan kızların eğitim kapsamına alınmış olmasıdır.
Cumhuriyet’i kuranların derdi bir değildir. Her alanda büyük problemler vardır. Alt yapı yok denecek kadar azdır. Olanlar da Batılıların ham madde tedariki amacıyla veya geleceğe dönük askeri maksatlarla yapılmış yatırımlardır.
Ülkenin ulusal ihtiyaçları her şeyden öte bir ülke olarak bütünlüğü açısından önce ulaşılabilir olması gerekmektedir.
Ege bölgesinde İzmir, Aydın bağlantılı hatlarla Almanların yaptığı Anadolu’yu Bağdat’a bağlayan hatlar ülkenin yabancılar tarafından işlettikleri en önemli ulaşım yollarıdır. Ancak, Ankara’dan öteye ne Karadeniz’e, ne İç Anadolu’ya ne de Doğu Anadolu’ya demir yolu ile ulaşmak mümkün olmadığı gibi karayolu ile de ulaşmak pek kolay değildir. Küçük Limanlar olarak niteleyebileceğimiz rıhtımlar ve deniz ulaşımı da yabancıların elindedir.
Ülkede elektrik enerjisi hemen hemen yok gibidir.
Osmanlı İmparatorluğunda mevcut 8619 km demiryolunun 4136 km’lik bölümü bugünkü milli sınırlarımız içerisinde kalmış olup, bunun 2404 km’lik bölümü yabancılar tarafından işletilmektedir.
Tablo bu idi. Bu tablo ile bir milli ekonomi kurmak mümkün değildi. Bu tablonun mutlaka değiştirilmesi gerekiyordu. Atatürk “İktisat hayatının işleyişi ancak ulaşım vasıtalarının, yolların, şimendiferlerin, limanların hali ve derecesi ile mütenasiptir.” deyişiyle sağlıklı bir ekonomik yapı için ulaşımın önemini açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
O inanç ve kararlılıkla genç Cumhuriyet onca yoksulluk ve yoksulluğa karşı 1940 yılına kadar 3208 km demir yolunu yaparak işletmeye almış, yabancı elinde olanları da millileştirmiştir.
Sivas’a demir yolu ulaştığında verilen bir söylevde ki “Demiryolu Cumhuriyet’in çelik koludur. Artık Sivas hiçbir yere uzak değildir. Bu demirleri toprağın pasını silmek için bu yerlere döşedik. Sarı başaklı ekinleri altına çevirmek için ucuca ekledik.” veciz ifadeleri ile ulaşımın ekonomi için önemi ne güzel anlatılmış.
Eksik her yerde vardır. Sanayileşme, Osmanlı İmparatorluğunda ihmal edilmiş bir sektördür. Batının sanayi devrimine ayak uydurarak büyük sanayi işletmelerini hayata geçiremeyen Osmanlının küçük sanayi tesisleri kapitülasyonların da etkisiyle rekabet imkânını tamamen kaybederek yıkılmıştır.
Cumhuriyet kurulduğunda Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine intikal eden fabrika denebilecek tesisler Bakırköy pamuklu dokuma, Feshane yünlü dokuma, Beykoz deri ve kundura, Hereke ipekli ve yünlü dokuma ile Yıldız porselen fabrikalarıdır. Hepsi, tamamı bu.
Devlet borç içinde ve müflis, halk yoksul ve sermaye birikimi yok. Tablo bu.
Bu tablodan ileri doğru bakmaya devam edeceğiz.