EYÜPLÜ ŞEYTAN AHMET

Onu Almanya’da tanıdığımda ben henüz 18 yaşını yeni doldurmuş bir gençtim. Oysa Ahmet Şahin 30’un üzerinde bizim o günkü bakışımızla yaşını başını almış bir kişiydi.

Oturduğu odanın yüksek olan kirasını paylaşmak üzere birlikte oturmak üzere bir tanıdığım vasıtasıyla tanıştığım Ahmet abi ilk görünüşü soğuk ve mesafeli bir kişiydi. Tanıdıkça sıcaklığına, dostluğuna ulaşabiliyordunuz.

Aslen İstanbul’un Eyüp semtindendi. Doğup büyüdüğü bu yere hep bir özlemi vardı.

Önce oda arkadaşımdı. İlerleyen zamanla ağabeyim, sonra hocam oldu. Benim vasıtamla tanıdığı arkadaşlarıma da ağabeylik yaptı.

İlginç bir kişilikti. Sonraları öğrendiğimiz hikâyesi yüreklerimizi sızlatmıştı.

Eyüp’te bir kahve işleten ve burada “Şeytan Ahmet” diye tanınan Ahmet abimiz semtinden bir kıza aşık oluyor. Kız da ona sevgi besliyor. Ancak kızın ailesi evliliklerine engel oluyor ve kızı apar topar bir başkasıyla evlendiriyorlar.

Ahmet abi sevdiği kendisini unutmasın diye o günler için değerli bir hediye sayılan bir elektrikli ütü alarak düğün hediyesi olarak gönderiyor. “Ütüyü her eline aldığında beni hatırlasın istedim” diyordu. Ütünün onunla sevdiği arasında yitip gitmeyen bir bağ olmasını arzu etmişti.

Sevdiğinin evlenmesi üzerine “oralarda kalamadım, kahveyi alelacele satıp kendimi buraya attım” diye noktalamıştı hikâyesini.

Kahve işletiyor diye öyle berduş tipli, sallapati giyimli bir kişi sanmayın Şeytan Ahmet’i. Jilet gibi giyinen, giyimine, kuşamına çok özenli medeni bir kişilikti. Yeleğin yaka açıklığı ne kadar olacak, gömleğin yakası nasıl olacak, aradığını buluncaya kadar günlerce aranırdı. Genelde lacivert ceket, füme pantolon tercihiydi. Lacivert ceket içine yelekte bordo rengi tercih ederdi. Ütüsüz pantolonla dışarı adımını atmazdı. Kravatının düğümünün tam oturması için çok titizlenirdi.

Bize hayat dersi verirdi. En büyük derdi Almancayı doğru dürüst öğrenememiş olmasıydı. Bizi dili iyi öğrenmeye ve okuyup adam olmaya özendirirdi. Başarılarımızı ödüllendirirdi.

Çocukluk arkadaşım Erdoğan’ın tekstil mühendis okuluna başlamak üzere Almanya’nın Neumünster kentine gitmek üzere vedasında çıkarıp arabasının anahtarını veriyor, cebine de harçlık koyuyor; “oğlum kurtarın hayatınızı” en başta gelen söylemiydi.

Genelde şarap içerdi. İyi ve fiyatı uygun şarabı buluncaya kadar dener, bulunca çok sayıda alarak karyolanın altına yatırırdı. Çabuk tükenmesin diye marketteki mevcutlarını kendine özgü yöntemlerle saklamayı da adet edinmişti. Tekrar gittiğinde sakladıklarını bulunca sevinirdi.

Bizim zamanımızın iletişim imkânları bugünkü kadar gelişmiş değildi. Bırakın mobil telefonu, sabit telefon bile kolay ulaşılabilir bir haberleşme aracı değildi.

Ben Almanya’dan döndükten sonra bir müddet haberleştik. Sonra halen orada kalan arkadaşlarımdan haberini alıyordum.

Amerika veya Avustralya’ya gitmek gibi bir niyeti vardı.  Almanları millet olarak çok katı buluyordu. Nitekim çalıştığı yerde en iyi arkadaşının bir İngiliz olduğunu söylüyordu.

Erdoğan da Türkiye’ye döndükten sonra irtibatımız koptu. Zaman zaman izini araştırdık. Tüm çabalarımız sonuçsuz kaldı. Başardıklarımıza kısmen tanık oldu. Söylemlerine, öğütlerine uyduğumuz için mutlaka memnundu. Hayatında hep bir arayış içerisindeydi. Aradığına ulaşmıştır diye umut ediyorum. Hayattaysa ona nice uzun yaşam yılları ve mutluluklar diliyorum. Bir başka dünyadaysa ışıklar içinde uyusun.