Ekonomik krizlerden bir türlü yakasını kurtaramayan bir ülkeyiz. En gencimizden, en yaşlımıza enflasyon, devalüasyon, iflâs furyası; karaborsa, yokluk kıtlık yaşamayanımız yok gibidir.
“Bütün dünya mı bu durumda, yoksa bu yalnız bizim ülkemize özgü bir durum mu?” diye baktığımızda, ekonomisi sağlam, yani üretim gücü yerinde, parası uluslararası ödemelerde kullanılan, ekonomik dengelerini güçlü ve dengeli temellere oturtmuş ülkelerin bizim kadar sert ve tahrip gücü yüksek krizlerle karşı karşıya gelmediklerini görüyoruz.
Dünya tarihinin bilinen en önemli ekonomik krizi 1929 yılında yaşanan ve “Büyük Buhran” diye adlandırılan ekonomik krizdir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan bu kriz, 1928 yılı boyunca ve 1929 yılı Ekim ayına kadar sürekli yükselen Dow Jones endeksinin, Ekim ayında hızla satış odaklı bir gelişmeye sahne olarak 24 Ekim 1929’da dibe vurması ile başlamıştır. ABD ekonomisinde yaşanan bu çöküntü dalga dalga tüm dünyaya yayılmış ve bir görüşe göre Hitler’in önünü açan ve II. Dünya Savaşı’nın ortamını hazırlayan başlıca neden olmuştur. Bu krizde 3000 banka batmış, milyonlarca kişi işsiz kalmıştır. Tarım ürünleri fiyatları % 60 kadar düşme kaydetmiştir.
Bir diğer önemli dünya ekonomik krizi ise 1987 yılında yaşanan ve “Kara Pazartesi” olarak adlandırılan ekonomik krizdir. İlk düşüş Hong Kong borsasında yaşanmış, sonra bir hafta içinde tüm dünya borsalarına yayılmıştır. Tahribatın etkilerinin silinmesi tam üç yıl almıştır.
Etkileri ilk iki kriz kadar olmasa da 1997 Asya mali krizini de bir dünya krizi olarak niteleyebiliriz.
2008 yılında ABD’de Mortgage kredileri sisteminin çökmesi ile patlayan ve birçok önemli finans kurumunun iflasına yol açan kriz de tüm dünyada etkisini göstermiş, özellikle Avrupa Birliği üyelerini etkilemiş ve tahribatın telafisi yaklaşık dört yıllık bir süreyi kapsamıştır.
Bu söz ettiğimiz krizler genelde finans kaynaklı krizler olup, etkileri tüm dünyada hissedilmiştir.
Ancak, dünyanın değişik yörelerinde çok sayıda ülkede yaşanan ve etkileri itibariyle lokal kalan başkaca krizlerden de söz etmek mümkündür.
Örneğin, adları sürekli ekonomik dengesizliklerle ve krizlerle anılan Orta ve Güney Amerika ülkeleri Meksika, Brezilya, Arjantin gibi ülkeler yakın tarihlerde yaşadıkları krizlerle dünya gündemini işgal etmişlerdir. Bunlardan özellikle Arjantin dünyanın diğer ucunda bizim gibi kriz kolik bir ülkedir. Krizsiz yaşadığı zaman çok azdır. Sürekli krizlerle anılır.
Yanıbaşımızda Rusya, komşumuz Yunanistan son yıllarda ekonomik krizleri ile gündemde olan ülkelerdir.
Finans krizlerinin çoğunun temelinde devlet denetiminin dışında kalan spekülatif davranışların sonucunda, menkul değerlerin sürekli şişirilen balonunun aniden patlaması ile elindeki bu değerlerin önemli ölçüde kıymet kaybetmesi, hatta çöpe dönüşmesi ile bankaların ve şirketlerin iflas etmesi, insanların işlerini kaybetmesi gibi durumlar yaşanmaktadır.
Önemli dünya ekonomik krizlerinin hiçbirinin temelinde üretememek, cari açık, yüksek enflasyon, bütçe dengesizlikleri gibi temel ekonomik faktörler rol oynamamaktadır (Tabii bizim gibi az gelişmiş, ya da parası konvertibl olman Rusya, Arjantin, Brezilya, Meksika, Yunanistan gibi ülkeler bu tanımlamanın dışındadır).
Yani ekonominin bazı değerlerinin aşırı şişirilmesi, yüksek kazanç sağlama hırsı çoğu zaman büyük finans krizlerine yol açmaktadırlar. Kumar masası yerine bir nevi ekonomik yaşamın içinde oynanan kumar olarak niteleyebileceğimiz bu durumlar kâr sağlar görünürken aniden büyük zararlara da yol açabilmektedir.
Bizim gibi, sanayisi gelişmemiş, ekonomik dengeleri yerinde olmayan ülkeler doğal olarak dünya krizlerinin etkisinde kalıp o krizleri paylaşırken, ortada hiçbir küresel neden olmadan da kriz yaşamaktadırlar.
Bir yerleşik deyimimiz vardır. “Elle gelen düğün bayram” deriz. Ama bizim krizlerimiz her seferinde elle gelmiyor. Çoğu zaman onları biz yaratıyoruz.
Gelecek yazımızda da kendi krizlerimizden ve nedenlerinden söz edeceğiz.