VEFA

Bu kelimeyi duyduğumuzda aklımıza ilk gelen İstanbul’un tarihi semtidir. Tarihi Yarımada’da Fatih İlçesi içerisinde yer alan bu semt, ününü, yılların eskitemediği bozacısı, yeşil-beyazlı futbol kulübü ve başta Büyük Sinan’ın görkemli eseri Süleymaniye olmak üzere onlarca tarihi eserden almaktadır.

Ancak bizim maksadımız Vefa semtini anlatmak değil. Hani Vefa demişken adını bu kelimeden alan bu güzelim tarihi semte de şöyle bir selam gönderip, vefa gösterelim istedim.

Dilimizde çok sık kullandığımız bu kelime şiirlere, şarkılara konu olmuş anlamlı bir sözcüktür. Zeki Müren’in güzel sesinden dinlediğimiz “Vefa arıyorum, dost arıyorum” şarkısını dinlerken yaşadığı vefa veya vefasızlık örnekleri ile hüzünlenenlerimiz az mıdır?

Vefa dilimize girip, yerleşen ve benimsenen birçok Arapça kelimeden bir tanesidir. Sevgiye, dostluğa bağlılık diye tanımlanır.

Yaşadığım her dönemde çevremden çokça duymuşumdur. “Ne dostluk kaldı, ne vefa” diye. Demek ki Vefa nadir bulunan, bulununca da değeri takdir edilmesi gereken bir kıymettir. Vefa “dostluğu dünya nimetlerine değişmemektedir” diyen de olmuştur. Karacaoğlan gibi “tırnağın var ise başını kaşı, kimseden kimseye vefa yoğ imiş” diyen de.

Ziya Paşa “vefasızın meclisinde bade içilmez” derken, Hz. Ali “kimseden vefa görmesem de, vefa göstermeye devam edeceğim” demektir.

Görülüyor ki vefa ünlü ünsüz herkesi meşgul eden, üzerinde düşündüren ve söz söylemeye yönelten etkili bir duygudur.

Yaşamında bu kelimeyi veya olumsuzunu kullanmayan var mıdır? Ne gezer. Yaşamımızın her evresinde vefa ve vefasızlık örneklerine bırakın tanık olmayı, sıkça yaşamıyor muyuz? Şöyle bir yaslanın arkanıza ve sakince düşünün, yaşadıklarınızı bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçirin. Haklıyım değil mi? Bakın neleri hatırladınız, kimisi içinizi ısıtırken, kimisi yaktı değil mi?

Vefa için bir mihenk taşı gibi kullandığımız çok anlar, çok değişimler yaşıyoruz ve bakıyoruz ki dost sandığınız insanlar hızla yanınızdan uzaklaşmış, hatta artık sizi tanımaktan kaçınır hale gelmişlerdir, selamı sabahı kesmişlerdir.

Bu söylediklerimi çok sık yaşamış biri olarak deneyimlerime, yaşadıklarıma dayanarak söylüyorum. Hayatımın hiçbir evresinde önemli bir maddi varlığa sahip zengin bir insan olmadım. Dolayısıyla dostluğu, vefayı parayla satın alabilecek bir konumum olmadı. Ancak uzun yıllar etkili görevler üstlenmek şansına sahip oldum.

Görevimin derecesi ve etkisi yükseldikçe dostlarımın, yakınlarımın sayısı artıyordu. Kim çevresinin böyle sıcak bir dost halesiyle çevrilmesini arzulamaz. Doğal olarak ben de memnun oluyordum. Sonra pozisyonum değiştiğinde, hatta yurtdışı görevlere atandığımda o dost bildiğim çevrelerin önemli bir kısmı kayıp olup gidiyordu. Sonra bir gün genç yaşlarda kamu görevinden ayrıldım. Ancak, halen etkili bir çevrem ve her an her yerde güç sahibi olmaya aday bir potansiyelim vardı. Bu nedenle emekliliğimin ilk yıllarında dost bolluğu içerisindeydim. Sonra geçen yıllarla beraber dost saydıklarım yaprak dökümü gibi bir bir eksilmeye başladılar. Anladım ki “onlar dünya nimetlerini dostluğa tercih edenlerdi.”

Bu kervana bir küçük kardeşim gibi, adeta aileden biri gibi kabul ettiklerimden tutun, mesleğinin her evresinde yakınlığımı, desteğimi, korumamı görmüş olanlar da dâhildiler.

Yine bir Anadolu deyişiyle onlar “binmeyeceği eşeğe ot vermeyenlerdendiler”, onların vefası dünya nimetlerine sıkı sıkıya kancalanmıştı. Artık senden alınabilecek bir şey olmadığını görünce vefaları buharlaşıyor ve alınabilecek bir şeyleri olanlara yöneliyorlardı.

Her insan gibi ben de bundan mutlaka üzüntü duydum. Ancak, çevremdeki sahte dostluklardan vefasızlığın daniskası sayılabilecek vefa gösterilerinden kurtulduğum için de memnun oldum.

Gerçek düşmanlığı sahte dostluğa tercih ederim.