Cumhuriyetimizin 95. yılını idrak ediyoruz. Artık nerede ise bir asıra yaklaşan bir Cumhuriyet geleceğinin sahibiyiz.
Milletimizin, çok radikal kesimlerin dışında kalan büyük çoğunluğunun bu günü, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’e ve onun silah ve dava arkadaşlarına içten minnet duygularıyla coşku ile kutlayacaklarından eminim.
Bir milletler topluluğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları kısmen padişahın yetkilerini sınırlandıran demokratik diye niteleyebileceğimiz adımlar atılması deneyimleri ile geçmiştir. Başını Jön Türkler hareketi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çektiği bu girişimler sonucunda yaşanan kısa meşrutiyet dönemleri başarılı olamamıştır.
O yılları, önce bir genç öğrenci ve sonra bir subay olarak yaşayan Mustafa Kemal, Selanik’in Osmanlı’nın batıya açılan ve nispeten özgür yaşayan bir şehir olmasının nimetleri ve genç yaşlarında çok okuma alışkanlığının da sonucu olarak, gerek Fransız İhtilali’nin Voltaire, Rousseau gibi öncülerinin, gerekse Türk özgürlük hareketinin öncüleri Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret gibi yazarların özgürlük ve milliyetçilikle ilgili fikirleriyle beslenmiştir.
İşte böyle bir ortamda yetişen Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkarak Sevr paçavrasını imzalamak durumunda kalması üzerine, Türk’ün öz yurdu olan Anadolu’da Türk milletinin kendi kaderini kendi eline alabileceği özgür bir ülke kurma kararlılığı ile Samsun’a hareket etti.
Mustafa Kemal’in düşüncesi, yönü, hedefi netti. Her dönem söyledikleri ve yaptıkları bir uyum içerisindedir ve birbirini tamamlamaktadır.
Kutlu Kurtuluş seferine çıktığı günlerin daha başlangıcı sayabileceğimiz bir dönemde, 22 Haziran 1917’de yayınladığı Amasya Tamiminde “Milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek geleceğin artık milletin kaderini kendi ellerine alarak şekilleneceğinin işaretini vermiştir.
Ancak, ileride Kurtuluş Savaşı’nı omuz omuza birlikte yapacakları en yakın arkadaşları bile bu mücadelenin esas hedefini saltanatı ve hilafeti kurtarmak olarak görmektedirler.
Nitekim Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve Mustafa Kemal’in bulunduğu bir ortamda bir soru üzerine Rauf Orbay “Ben padişahlık ve halifelik onuruna gönül ve duyguyla bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı devletinin ileri gelenleri arasındaki yerini almıştır. Benim de karnımda o ekmeğin kırıntıları vardır. Padişahlık ve halifelik onurunu ortadan kaldırmak, onun yerine başka bir düzen koymak yıkım ve çöküntüye yol açar” diyen Rauf Orbay’ın bu sözleri üzerine, Refet Bey de bu görüşe tamamiyle katıldığını ifade eder. Ali Fuat Cebesoy ise görüş bildirmez.
Görülüyor ki, Mustafa Kemal’in bu kutlu idealini, tek başına gerçekleştirmekten başka çaresi yoktur.
O, kararını daha başlangıçta vermiştir.
Erzurum Kongresi için bu kentte bulunduğu sırada Mustafa Kemal 7 Temmuzu 8 Temmuza bağlayan gece Mazhar Müfit ve Süreyya beylere “Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır” yazılı deftere sayfasını göstermeden önce bir şart ileri sürer “Bu, aralarında bir sır olarak kalacaktır. Defterin bu sayfası kimseye gösterilmeyecektir.”
O varmak istediği hedefe adım adım ilerlemektedir.
Ankara’da kurulacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başlangıcı olan Sivas Kongresi’nde alınan kararlardan biri de “Milli iradeyi hâkim kılmak esastır” olmuştur.
Nihayet 23 Nisan 1920 de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milletin iradesinin tek temsilcisi olarak milletin kaderini eline alması ile esasen kurulan sistemin yönü ve hedefi belli olmuştur.
Geriye kalan tek engel, işgal altındaki vatan topraklarının kurtarılmasıdır. Ondan sonrası birer formalitedir. İşte bu doğrultuda, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının hemen ardından Cumhuriyete giden ilk engel yoldan çekilmiştir.
1 Kasım 1922 de kabul edilen bir kanunla saltanat ve hilafet birbirlerinden ayrılarak saltanat ortadan kaldırılmıştır.
Ardından halife olarak atanan şehzadenin ve esas olarak hilafetin, kurulan laik Cumhuriyetle uyum içinde olamayacağının görülmesi üzerine 3 Mart 1924’de kabul edilen bir yasa ile de hilafet kaldırılmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nı bile bir Millet Meclisi yönetiminde yürüterek başarıya ulaştıran bir sistemin gideceği yer belliydi. Artık adının konmasının zamanı gelen bu yönetim sisteminin adı Cumhuriyetti. 29 Ekim 1923 de işte yapılan bu olmuştur. Yeni devletin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
“Halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanan” Cumhuriyeti, Büyük Atatürk “Cumhuriyet erdeme dayanan bir yönetimdir” diye tanımlamıştır ve 95. yılını kutladığımız bu aziz emaneti “Ey yükselen yeni nesil, İstikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk. Onu devam ettirecek sizlersiniz” sözleriyle gelecek kuşaklara teslim etmiştir.
Onu devam ettirmek, Cumhuriyeti kuran kuşaktan sonra gelen ve gelecek olan kuşakların en kutsal görevi olmalıdır.
Cumhuriyetimizin 95. yılını Büyük Atatürk ve bu yüce eserin yaratılmasında onun yanında olanlara en derin minnet duygularımızla ve içtenlikle kutluyoruz.