BİR ZAMANLAR DIŞ TİCARET TEŞKİLATI ÖZELİNDE DIŞ GÖREV

Bu serinin ilk yazısında dış tayinin anlamı ve tayin oluncaya kadar yaşananları anlatmıştık.

Bu yazımızda da, bu aşamaları bizzat yaşamış birinin anlatısı ve belki de tanık olduğu ilginç anı ve anekdotlarla seriye devam etmek istiyoruz.

Bu nedenle yurtdışı tayin olayının bizzat içinde bulunmuş olan başkanımız Sayın Ertuğrul Önen’e sözü bırakıyoruz.

“Ben Bakanlık Müfettişi iken ihracat genel müdür başyardımcısı olarak dış ticaret teşkilatına intisap etmiştim. Türkiye’nin çok çalkantılı yılları idi. İki yılı aşkın hizmet ettikten sonra 1978 yılında yurtdışına yapılan atamalarda yer alabileceğimi düşünüyordum. Ancak Genel Sekreterimiz Turgut Çarıklı (merhum) dış ticaret teşkilatında üç yılımı doldurmadığım için bunun mümkün olmadığını söyledi.

Ancak o yıl yapılan yurtdışı atamalarında Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Halis Çolakoğlu da yer almıştı ve kendisinin dış ticarette 1 gün dahi hizmeti bulunmuyordu.

Yapacak bir sey yoktu. Daha çok gençtim, talep etmememe rağmen boşalan İhracat Genel Müdürlüğüne atandım. Aradan 1,5 yıl daha geçmişti. Turgut Çarıklı’nın kriterlerine göre de artık yurtdışına atanmamda engel bulunmuyordu.

O arada Turgut Bey Bakanlık Müsteşarı olmuştu. Aziz dostum Güzay Güldere (merhum) ise dış ticaret genel sekreteri idi.

Yurtdışı atama listeleri hazırlanırken Güzay bana önce yurtdışı tayini isteyip istemediğimi sordu. Ortam çok iyiydi. Gerek bakanım gerekse dostum Güzay Güldere ile çok iyi ve dostane ilişkiler içindeydik.

Ancak terörün kol gezdiği, bir mahalleden diğerine kontrolden geçilerek girildiği zamanlardı. Her semt bir başka görüşün hâkimiyet bölgesiydi.

Gerek bu koşullar, gerekse o tarihte yurtiçi maaşlarının çok yetersiz oluşu nedeniyle Güzay’ın sorusuna istemeyerek de olsa evet cevabını verdim.

Bunun üzerine Güzay, listeyi al nereyi istiyorsan adını yaz bu senin hakkın. Bu atama listesinde yer alacak tek genel müdür sensin dedi.

Kendisiyle istişare ederek Doğu Almanya’nın Başkenti olan Doğu Berlin’in uygun olacağına karar verdik.

Aradan birkaç gün geçmişti. Personel Dairesi Başkanı Yılmaz Önen aradı ve eldeki tek ikinci derecenin Müsteşar Turgut Çarıklı’nın talimatıyla bana değil, Moskova’da halen Ticaret Müşaviri olarak görev yapmakta olan Kazım Paksoy’a verileceğini söyledi (O tarihlerde dış ticaret teşkilatının yut dışındaki en yüksek kadrosu 2.derece idi ve birkaç taneden ibaretti. Eski bir müfettiş ve üstadım olan Turgut Çarıklı ikinci kez önüme çıkıyordu.

Kendisiyle görüştüm ve bu tercihi hak etmediğimi, eğer bu kararından dönmeyecekse yurt dışı tayini düşünmediğimi söyledim.  Cevabı kısa ve netti.  “Sen bilirsin”

Güzay’la beraber Bakanımız Teoman Köprülüler’e gidip durumu anlattık. Çok sinirlendi ve hemen Personel Dairesi Başkanına talimat verdi. “İkinci derece Ertuğrul Beyindir. Buna göre hazırlayın”

Artık her şeyin düzeldiği kanaati ile günlük işlerimize döndük. Akşamüzeri değerli kardeşim Güzay aradı. “Gelir misin, biraz görüşmemiz lazım” dedi.  Herhalde bazı yeni gelişmeler söz konusuydu.

Yanına gittiğimde otur bir kahve söyleyeyim deyince, meselenin ciddi olduğunu anladım.

Güzay başladı anlatmaya; Müsteşar, Bakan beyden kararını değiştirmesini istemiş, Bakan “Ben Ertuğrul’a söz verdim ve Personele de gereği için talimat verdim. Bu kararımı değiştiremem” deyince Turgut Bey “O halde Ertuğrul Bey’in tayin yerini değiştirelim. Aksi taktirde görevimden affımı rica ediyorum” diyor ve bunun üzerine Bakanımız bu hususu düşüneceğini söylüyor ve Güzay’a benimle konuşup fikrimi öğrenmesini istiyor.

Güzay “Bakanlık içinde müsteşarlık sorunu çıkacak, gel seni Almanca konuşulan bir başka yere kaydıralım, mesela Hamburg’a, ne dersin?” deyince, Bakanlık içinde sorun olmak istemediğimi ve kabul ettiğimi söyledim. Böylelikle ne bizim istediğimiz, ne de müsteşarın istediği olmamış sayılıyordu.

Müsteşarın karşı çıkış gerekçesi, bu kadro ile benim Doğu Almanya’da çok iyi maddi imkanlar elde edecek olmamdı.  Peki, aynı koşullara sahip bir doğu bloku ülkesi olan Rusya’nın Başkenti Moskova’da görev yapmakta olan arkadaşım için aynı koşullar geçerli olmayacak mıydı? Baştan aşağı tutarsız bir gerekçe.  Kendi kayırmak istediğine yar olmayacağının, bana da yar olmamasını istemişti değerli müsteşarım.

Hamburg’daki görevime gitmeden önce Sayın Müsteşarımızı da ziyaret ederek vedalaştım. Küskün değil ama kırgındım.

Teftiş kurulundan ağabeyim olan, önce genel müdür başyardımcısı, sonrasında ise genel müdür olarak çok iyi hizmet etmiş olmama rağmen iki kez önüme engel koymasını bir türlü anlayamadım.

Yurtdışından döndükten sonra asli görevime ilaveten İzmir’de Tariş’in Yönetim Kurulu Üyeliğine de atanmıştım. Turgut Bey’in burada Müşavir olarak görev yaptığını söylediler. Ziyaretine gittim. Birlikte eski günleri yad ettik.  Ancak, aramızda yaşananları ne o dile getirdi, ne de ben bunlardan bahis açtım.

Ancak bir ortak tanıdığımıza “Ertuğrul çok zeki, başarılı, ancak biraz muhteris” diye bir değerlendirme yapması küllenen kırgınlığımı yeniden canlandırdı.

Turgut Bey için kişilikli olmak, hakkını aramak muhterislik sayılıyordu. Büyüklerin senin için ne takdir ederse onunla yetinmeliydin.  Ne bir fazla, ne bir eksik.