BİR ZAMANLAR Bir Uluslararası Organizasyon Özelinde Ülkemizden Manzaralar (2)

Geçen hafta kaldığım  yerden devam ediyorum.

Ne yapacağımı bilmez halde ve kara düşünceler içinde Ankara Esenboğa Havaalanına teker koyduk ve otobüslerle o yıllarda maalesef çok yetersiz olan terminal binasına getirildik.
Uçaktan indikten sonra önce Trabzon’daki ekibi durumdan haberdar ettim. Herkes çok şaşkın ve üzgündü.
Yakın bölgelerden uygun yerler araştırmaya başladım. Aklıma ilk gelen yer Kapadokya idi. Ancak istediğimiz kapasitelerde ve kalitede yer bulmamız mümkün değildi.

Ankara’da kalmak da çok anlamlı gelmedi.

Biz sürekli yeni eylem planları yaparken vakit geçiyordu. Öğle saatlerine yaklaşmıştık. İnsanların morallerini düzeltmek, hiç değilse açlıklarını gidermek iyi bir jest olacaktı. Havaalanı restoranına giderek bir arkadaşımızı kasiyerin yanına oturttum ve tabir yerinde ise restorana el koydum. Arkasından İngilizce anons yaptırarak misafirlerimizi öğle yemeğine davet ettirdim ve “yemeklerin organizasyonun ikramı” olduğunu anonsta açıkladık.
Kasadaki arkadaşımıza herhangi bir kısıtlama olmadığını, misafirlerimizin dilediği kadar yiyeceği ve her türlü içeceği alabileceklerini de tembihledim.
Kısa zamanda restoran doldu ve neşeli bir ortam oluştu. Bu durum hem benim hem konuklarımızın morallerini yükseltmeye yetmişti.
Sonra, bu işin nasıl sürdürüleceğine yönelik arayışlarımı devam ettirdim.

Türk Hava Yolları seferin ne zaman yapılabileceği hususunda bir bilgi veremiyordu. Ancak, meteorolojiden gelen bilgiler umut verici değildi.
Bu durum karşısında, eğer bir kaç saat içerisinde hava koşullarında olumlu bir değişim olmazsa konuklarımızı Karadeniz Bölgesine karayolu ile ulaştırmaya karar verdim. Buna hazırlık olmak üzere biraz baskı ve zorla uçaktan konukların bavullarını indirttim.
Ulusoy firmasının sahiplerinden merhum Saffet Ulusoy‘u aradım, kendisine durumu anlattım ve bu insanları kendi memleketi de olan Karadeniz’e ulaştırmak için yardımına ihtiyacım olduğunu söyledim.

Yalnız bir şartım vardı. Otobüsler mümkün olduğu kadar yeni ve bakımlı olacak ve hemen havaalanına doğru yola çıkacaklar. Ancak bu arada hava şartları düzelip uçağın kalkması mümkün olursa herhangi bir ücret ödemeyecektik.
Merhum Ulusoy ”Bu, devlet millet işidir. Otobüsler sizindir. Nasıl istiyorsanız öyle olsun. Size yeni gelen Neoplan otobüslerden yeterli kadar gönderiyorum” dedi.

Nasıl rahatladığımı anlatamam. Bir Türk işadamının ülkesi için sorgusuz sualsiz elini taşın altına koymasından çok etkilenmiştim. Kendisini bir kez daha minnet ve rahmetle anıyorum.

Tabii iş otobüsle bitmiyordu. Önce uçağın seferinin iptali, ardından konukların ilk gece konaklamalarının halledilmesi gerekiyordu.
Ankara’da müsteşarlıktaki arkadaşlarıma Samsun’daki imkânları araştırmalarını söyledim. Çünkü Ankara’dan hareketle Karadeniz’de varacağımız ilk nokta ve en önemli merkez Samsun’du. Samsun’da bir Turban Oteli olduğunu öğrendik. Kalite ve kapasite olarak tam istediğimiz gibiydi. Ancak problem otelin kısmen dolu olmasıydı. Biraz da devlet imkânlarını kullanarak hiç değilse yabancı konuklarımıza yetecek kadar kapasite yaratmak üzere mevcut konuklardan bir kısım otel müşterileri ikna edilerek civar otellere dağıtıldılar. Otele isim listelerini verdik. Akşam için özel bir menü hazırlattık. Takribi varış saatimizi bildirdik. Trabzon ve diğer illerdeki arkadaşlarımızın Samsun’a intikal etmeleri ve Giresun’da konuklar için hazırlanan yemeklerin hayır kurumlarına verilmesi talimatını verdim.

Bu arada otobüsler geldi. Konukların bagajlarını otobüslere koydurduk.

Yalnız bir sorunumuz vardı. Türk Hava Yolları bir türlü seferi iptale yanaşmıyordu. Hemen müsteşar yardımcımız Mahir Barutçu Beyi aradım. ”Sen merak etme ben hallederim” dedi.

Bir anonsla konukları otobüslere davet ettik ve kendilerine durumu izah ettik. Havadan ulaşamadığımız Karadeniz’e bu kez karadan ulaşmaya çalışacaktık.
O tarihlerde havaalanından Samsun yoluna ve Samsun yolundan Ankara’nın dışına çıkıncaya kadar olan bölgeler tamamen gecekondu mahalleleri idi. Bu nedenle onlara Türkiye’nin başkentinden maalesef güzel kesitler sunamadık.

Yolda en büyük sıkıntımız ihtiyaç molalarında kullanılan tuvaletlerimizin durumu idi. Buraların perişan, mide kaldıran hali konuklarımızı bir hayli zorlamıştı. Bugün bu konuya özel bir özen gösteren akaryakıt firmalarını takdirle karşılıyorum.

Her şeye rağmen otobüs seyahatimiz neşeli geçti. Bir bakkaldan satın aldığımız içkiler ve kuruyemişler bu neşeli ortamın oluşmasına büyük katkı yaptı.
Samsun’a vardığımızda bütün ekip Turban Otel’de hazır bekliyordu. Konuklarımıza isim listesine göre oda dağılımı yapılmıştı. Hemen anahtarlarını verdik ve bavullarını odalarına taşıttık. Akşam yemeği için restoranda buluştuk. Piyano müziği eşliğinde yenilen akşam yemeği artık herkesi rahatlatmıştı.
Gece geç saatlere kadar Trabzon’dan Ordu’ya doğru planlanmış programı biz bu kez Samsun’dan itibaren ters istikamette yeniden planladık ve programı bastırarak gece, konuklarımızın oda kapılarının altından attık.

Sabahleyin kahvaltıdan sonra program Samsun’dan başladı. İki günlük bu programda fındık bahçeleri gezildi. Fındık işleme tesisleri, Fiskobirlik ziyaret edildi.

Ziyaretin doruk noktası Ordu’daki Sağra tesisleri idi. O tarihte ülkemizin en önemli çikolatalı mamuller fabrikalarından ya birincisi veya ilklerinden olan Sağra tesisleri ziyaret edenlerin büyük beğenisini kazandı.

Sağra yönetim kurulu başkanı aziz dostum Ünal Sağra (merhum) gerçekten müthiş bir ev sahipliği ile tesisin bahçesinde, muhteşem bir öğle yemeği şöleni verdi.

Artık her şey yoluna girmişti.

Ancak, yoluna girmeyen tek husus Trabzon Havalimanı’nın uçuşlara kapalı olmasıydı. Bir kulağımız meteorolojide idi.
Son akşam Bulancak deniz kenarında çok güzel bir konumda olan kaldığımız Gedik Ali Otelinde bir veda gecesi düzenledik.

Konuklarımız çok eğlendiler. Teşekkür konuşmaları yaptılar ve başta bana ve ekipteki arkadaşlarıma teşekkür ettiler. Konuşanların hepsinin altını çizdiği husus “Eğer bu aksilik bizim ülkemizde yaşansaydı bu program uçağın indiği noktada (yani bizde Ankara’da) bitmişti. O programın böyle yeni bir program haline getirilip uygulanması mümkün olmazdı” gerçeği idi. Bu değişiklik onlar içinde ilginç yaşantı kesitleri sunmuştu.
Yemekten sonra herkes yattı. Biz sürekli Yeşilköy’den hava durumunu takip ediyoruz. Bu insanların yarın İstanbul’dan uçuş bağlantılarını yakalamaları gerekiyor. Kimi Amerika’ya, Kimi Avustralya’ya Dünya’nın dört bir tarafına gidecekler. Tamamı önemli işadamları. Hepsinin programı dolu. Bu bakımdan onlar da durumdan endişeliler.

Gece yarısına kadar durumu takip ettik. Sisin açılmakta olduğu söylendi ve uçak Yeşilköy’den Trabzon’a doğru havalandı. Ancak bundan sonrası duaya kalmıştı.

Birkaç saat uyudum. Sabahleyin kahvaltıyı erken saatte hazırlattık. Konuklar kahvaltı yaparken bavulları otobüse yüklettik.
Alelacele otobüslere bindik ve hareket ettik. Hava çok değişkendi. Bir açıyor bir kapıyordu. Adeta hava koşulları ile yarışıyorduk. Trabzon havaalanına vardık. Süratli bir şekilde uçağa bindik. Uçak hareket etti ve pistten teker kesti. Alkışlar koptu. Başta ben, herkes derin bir oh çekti.
Ünal Sağra‘nın hostese seslendiğini duydum. ‘‘Başkanımıza bir yorgunluk viskisi getirin. Hadi bana da verin eşlik edeyim.”
Olumsuz bir şekilde bitme noktasına gelen bir programı başarı ile sonuçlandırmıştık. Konuklarımızın programları aksamamış ve ilginç şeyler yaşamışlardı. Havaalanında uzun yıllardan beri tanıdığımız dostlarımızdan ayrılırcasına vedalaştık.
O günleri andıkça aynı heyecanı duyuyorum.