AÇ KALAN, AÇIKTA KALAN, YOLDA KALAN BİZDEN DEĞİLDİR

Hayatta karşılaştığımız öylesine durumlar vardır ki, hiç kusurunuz, yanlış bir davranışınız olmasa da hak etmediğiniz bir uygulamaya muhatap olmanız, hatta bedel ödemeniz işten bile değildir.                                                                                                                                       Bizi biraz  gülümseten ve söylediklerime örnek oluşturacak yaşadığım ilginç bir anıyı size de aktarmak istiyorum.

1998 yılı Mayıs ayı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Ukrayna’ya resmi bir ziyaret yapıyor. Resmi heyetin dışında Cumhurbaşkanlığınca davet edilen sivil toplum örgütleri temsilcileri, işadamları, gazeteciler, sonuçta bir uçak dolusu insan Kiev’e vardık. Havaalanından hareketle kalacağımız otele ulaştık. Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi dışındakiler aynı otelde kalıyoruz. Otelin tamamı kapatılmış, her köşede bizden biri. Bir de Türk Heyeti’nin bereketinden yararlanmak isteyen hayat kadınları, Kiev’de ne kadar varsa nerede ise hepsi buradalar.

O günü ve ertesi günü Kiev’de geçirdik. Üçüncü gün Kiev’den Kırım’daki Tatar azınlığını ziyaret etmek üzere Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin Başkenti Simferopol’a hareket ettik.

Seyahatin bu bölümü 1783’den bu yana Türk topraklarından Kırım’a yapılan devlet başkanı düzeyindeki ilk ziyaret olması ve oradaki soydaşlarımızla buluşacak olmamız nedeniyle heyecan verici olduğu kadar ilginçti.

Simferopol havaalanına indikten sonra Türkiye’deki 30 yıl öncesinin otobüslerine benzer otobüslerle Tatar azınlığının merkezi olan Bahçesaray’a hareket ettik. Bindiğimiz araç, ortam, bizleri gerçekten 30 yıl öncesine döndürmüştü. Vardığımız yerde, ortasında geniş bir avlusu olan bir binanın bu avlu kısmında Cumhurbaşkanımızı büyük bir heyecanla bekleyen soydaşlarımızla birlikte olduk.

Bu arada yanımızda bulunan Türkiye’den gelmiş bir işadamı başta Simferopol olmak üzere burada yaptığı yatırımları anlatıyor, benden ve gelen heyette yeralan bir işadamından bu konudaki fikirlerimizi ve önerilerimizi öğrenmek istiyordu.

Cumhurbaşkanı Demirel kendisine Kiev’den itibaren refakat eden Ukrayna Başbakan Yardımcısı ve Özerk Kırım Cumhuriyeti yöneticileri ile birlikte iç avluya bakan bir platformda göründüğünde heyecan doruğa ulaşmıştı. Türkiye ve Demirel lehine tezahüratlar, zaman zaman Ukraynalı yetkilileri rencide edecek boyutlara kadar vardırılıyordu.

Demirel tezahüratları keserek özlü, duygu yüklü bir konuşma yaptı.

Bu sırada, Kırım’da iş yapan işadamı bana ve heyette yeralan Türkiye’den gelen işadamına Simferopol’da aldığı bir yeri göstermeyi teklif etti. Biz, heyetten ayrılmamızın doğru olmayacağını ifade etmeye çalıştık ama sonunda arabası ile otobüsten önce Simferopol’e ulaşacağımızı ve vaktinde havaalanında olacağımızı ısrarla ifade ettiğinden kırmayarak onun arabası ile heyetten önce hareket ettik.

Simferopol’de aldığı yeri gördük ve havaalanına geldik. Heyet henüz havaalanına ulaşmamıştı. Kaldı ki programda öngörülen hareket saatine daha çok zaman vardı.
Havaalanının araç giriş kapısını gören bir Cafe’ye oturarak beklemeye başladık. Bulunduğumuz yerden bizim uçağın bir bölümü de görülebiliyordu.

Yaklaşık yarım saat sonra heyeti getiren otobüsler havaalanının kapısında belirince hareket saatine daha bir hayli zaman bulunmasına rağmen tedbiri elden bırakmayarak biz de Cafe’den kalkıp yürüyerek uçağa doğru yöneldik. Havaalanının kapısından, heyete dâhil olduğumuzu ifade ile geçtik; ancak uçağın yanına geldiğimizde bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Uçak yolcularını almış, kapılarını kapamış ve motorları tam gaz çalışır vaziyette idi.

Aradan 10 dakika geçmemişti. Tüm heyet herhalde uçağa koşar adım binmiş olmalıydı. Ukraynalı yetkililere durumu bildirdik. Uçakla temasa geçildi. Uçağın pencerelerinde tanıdık yüzler bize işaretlerde bulunuyorlardı.

Netice hüsrandı. Ukraynalı yetkililer uçağın yeniden kapı açmayacağının bildirildiğini söylediler.

Orada öylece kalakaldık. Uçağın programda öngörülen kalkış süresine daha 1 saatten fazla zaman vardı. Alel acele, sanki kaçarcasına, koşarcasına uçağa binilmiş ve kim var, kim yok herhangi bir kontrol yapılmaksızın kapılar kapatılmıştı.

Neticede uçak hareket etti. Biz iki kişi, yanımızda orada kalmamıza neden olan diğer işadamı ile birlikte VİP salonuna doğru ilerlerken, VİP salonundan çıkan iki kişinin bize doğru gelmekte olduklarını gördük. Bunlardan biri, bürokrasiden tanıdığım Devlet İstatistik Enstitüsü eski Başkanı, Alarko Holding yöneticilerinden Oktay Varlıer’di. Gayet sakin ve aheste yürüyorlardı. Nereye gidiyorsunuz? dedim. “İçeride canımız sıkıldı, biraz da uçakta bekleyelim dedik” diye cevap verdiler.

Elimle havadaki uçağı göstererek, “Buyurun binebilirseniz binin” şeklindeki cevabım üzerine şaşkınlıkla havadaki uçağa bakakaldılar.

Tam bize mahsus bir organizasyon başarısı idi. VİP salonunda bekleyenleri dahi almayı akıl edememişlerdi.

Cumhurbaşkanının Özel Kalem Müdürü dostum Büyükelçi Ender Arat daha sonra bana bizi aşağıda gördüğünü ve başyavere “aşağıda heyetten kalanlar var” diye uyarıda bulunduğunu, ancak başyaverin “hayır, artık kapıyı açamayız” dediğini söyledi.

Herhalde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Aç kalan, açıkta kalan, yolda kalan bizden değildir” özdeyişi, başyaveri bir teşebbüste bulunmaktan alıkoyan neden olmalıydı.

Ama sonuçta hiçbir kusurumuz olmamasına, vaktinde havaalanında bulunmamıza ve programa göre hareket saatinin gelmemiş olmasına rağmen biz dört kişi Simferopol’de kalmıştık.

Simferopol’den uçuş imkânlarını araştırdık. Umutsuz bir durumdu. Belki Pazartesi günü, yani iki gün sonra İstanbul’a bir charter seferin olabileceği ifade ediliyordu. Başkent Kiev’e de kısa sürede bir uçuş söz konusu değildi. Kendimizi Dünyanın kuş uçmaz, kervan geçmez bir köşesinde terkedilmiş gibi hissediyorduk.

O sırada çaresizliğimizi görmüş olan bir Ukraynalı yetkili gelerek Başbakan yardımcısının Kiev’e giden uçağında 4 kişilik yer olduğunu ve bizi alabileceklerini söyledi. Allahtan 4 kişiydik, 5 olsak sorun çıkacaktı. Teklifi büyük bir sevinçle kabul ettik.

Tabii sorunumuz bundan ibaret değildi. Uçakta Kiev’den Simferopol’a gelirken dağıtılan pasaportlarımıza Ukrayna’dan çıkış damgası da vurulmuştu. Biz ise halen Ukrayna da idik. Ukraynalı yetkililerden bu konuda da ricada bulunduk. Kiev Havaalanında bize yardımcı oldular.

Kiev’de bir gün önce ayrıldığımız, heyetin kaldığı otele gittik. Bomboştu. Etrafta o eski, renkli hareketlilikten eser yoktu.

Ertesi gün Havaalanında eski bir Rus uçağının charter seferine binmek için hayli mücadele verdik. Keza, pasaportumuzdaki damgaya rağmen niçin halen Ukrayna’da olduğumuzu pasaport kontrol görevlilerine anlatmamız kolay olmadı. Havaalanında bize yardım edenlerin el yazısı ile yazdıkları şerhi dikkate almak istemiyorlardı. Eski sovyet kafası ile zorluk çıkarıyorlardı. Aksilik Pazar olduğu için Büyükelçiliğimiz de kapalıydı. Son dakikada uçağa binmemize rıza gösterdiler.

Simferopol’ den 1 saatte ulaşacağım Ankara’ya; Kiev, İstanbul üzerinden iki günde zorluk ve mücadelelerle ulaştığımda yaşadıklarıma inanamıyordum.

Ukrayna’daki bir Türk yatırımcısına moral vermek, destek olmak bize hayli pahalıya mal olmuştu.

Bir Atasözüne değinmeden geçemeyeceğim. “Sürüden ayrılanı kurt kapar.