YURT DIŞINDA VATANDAŞLARIMIZ VAR. PEKİ, BİR LOBİ GÜCÜMÜZ VAR MI? -2-

Geçen hafta yurt dışındaki vatandaşlarımızın yurt dışına yerleşme öykülerine ve bu göçün evrelerine ayrıntılı bir şekilde değinmiştik. Sonunda dışarıda yerleşik bu yurttaşlarımızın bulundukları ülkelerde sesimiz, gücümüz olup olamayacağı sorusu ile yazımızı noktalamıştık.

Bugün etkili İsrail, Yunan ve Ermeni lobilerinden söz ediliyor. Bir lobi gücünün varlığından söz edebilmek için öncelikle lobi yapma gereksinimi duyulan ülkelerde bir nüfusun olması şarttır.

Nitekim İsrail ve Rum lobisinin ABD’de, Ermeni lobisinin ABD ve Fransa’da yaşayan mensupları bu etkili lobi faaliyetlerinin en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Lobicilik, lobi faaliyetlerinin yapıldığı ülkedeki karar mekanizmalarını etkilemek için yapılan faaliyetlerin bütünü olarak tanımlanmaktadır.

Bu faaliyetleri yapabilmek için o topluluğun nitelik olarak bu faaliyetleri yapabilecek bir olgunlukta ve organizasyon yapısına sahip olması gereklidir.

Türklerin Batı Avrupa’ya yerleşmelerinin mazisi nerede ise yarım asrı aşkın bir zamana dayanmaktadır ve nüfus olarak bugün Türkler, AB üyesi olan Malta, Lüksemburg, Slovenya, Estonya nüfusunun toplamından fazla ayrı ayrı Danimarka veya Finlandiya nüfusuna yakın bir büyüklüğe ulaşmıştır.

Başlangıçta Türk nüfusunun henüz dil ve uyum sorunları yaşaması nedeniyle etkin bir güç olarak değerlendirilmesi, doğaldır ki söz konusu olamazdı. Ancak ikinci ve bilhassa üçüncü kuşaktan itibaren artık oralarda doğup büyüyen, eğitimini bu ülkelerde alan, o ülkelerin dilini kusursuz kullanabilen kuşakların yetişmesi, bunların önemli bir bölümünün bulundukları ülkelerin vatandaşlığını da elde etmeleri nedeniyle artık bu nüfusun nitelik ve nicelik itibariyle bir olgunluğa ulaştığını söylemek mümkündür.

Ancak bu topluluğun bir koordinasyon içinde olmaması etkin bir güç olarak hareket etmesine imkân vermemektedir.

Bonn’da görev yaptığım tarihlerde Ermeniler, sözde soykırımı anma yıl dönümü saydıkları her 24 Nisan’da hiç aksatmadan 40 – 50 kişilik bir grupla Büyükelçiliğin önüne gelir ve saatlerce ellerinde pankartlarla bağırıp çağırarak sloganlar atarak protesto faaliyetlerinde bulunurlardı.

Ben 25 – 30 yıl öncesinden söz ediyorum. Bugün bile Almanya’da yaşayan Ermenilerin nüfusu 50.000’in biraz üzerinde olarak belirtiliyor. Düşünün ki bu topluluk Türk Büyükelçiliğinin ve sayısı onlarla ifade edilen Başkonsoloslukların önünde bu protestoyu yapmak dışında o tarihlerde bir dizi etkinliğe de imza atıyorlardı. Tüm basının bu olayları tekrar tekrar ele almasını sağlıyor, parlamentoda özel gündem maddesi haline getiriyorlardı.
Oysa Almanya’da bugün sayıları 3 milyona yaklaşan bir nüfusumuz olmasına rağmen, barışçı bir şekilde bu olayları biz de kendi açımızdan protesto etmek, bu haksız ithamlara cevap verecek şekilde etkinliklerde bulunmayı bir tarafa bırakın, o 40 – 50 kişiye karşı hiç değilse o sayıda o gün ülkelerine destek olmak üzere temsilciliklerinin önüne gelerek bir karşı gösteride bulunan vatandaş topluluklarına bile rastlamak mümkün değildi.

İşte bu organizasyonsuzluk, koordinasyonsuzluk sonucudur ki, bugün Ermeniler bir milyona yakın Türk asıllı Alman vatandaşının bulunduğu ülkenin parlamentosunda Türkler tarafından Ermenilere soykırım uygulandığına ilişkin bir tasarıyı geçirebilme cüret, cesaret ve imkânını elde edebiliyor.

Alman karar mercileri Türk toplumundan etkili bir tepki görmeyeceklerinin, bu topluluğun sesini çıkaracak bir organizasyona ve güce sahip olmadığının kesin inancı içerisinde, Türkiye ve Türklük hakkında her türlü olumsuz kararı alırken ve uygularken, bunun her hangi bir riskinin bulunmadığı varsayımının rahatlığı ile hareket ediyorlar.

Almanya, Türkiye’nin AB üyeliğini önlemenin önderliğini yaparken de aynı rahatlık içinde hareket etmektedir.

Oysa başta Almanya olmak üzere, AB üyesi ülkelerde, kısacası AB içinde birçok AB ülkesinden ve hatta bunlardan bazılarının toplamının nüfusundan fazla bir Türk nüfusu vardır. AB içerisinde yaşayan Türklerin önemli bir bölümü aynı zamanda AB uyruğundadır.

Ancak onlar bilmektedir ki, bu nüfus organize değildir, bir amaç etrafında birleşmemiştir.

Halk deyimiyle başına vur, ekmeğini al.

İşte benim yaşadıklarım ve tespitlerim bunlar.